VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 23 March 2020 13:26:22

0 Yorum

Kez Okundu.

ŞARK’IN İKİ ALİM’İNİN MEKTUPLAŞMASI

Said Nursi'den Sadreddin Yüksel’e: Ben o mübârek medresenin talebesiyim

Vefatının yıl dönümünde  Üstad Bediüzzaman said I Nursi ve Sadrettin YÜKSEL  Hocaefendiye Allahtan  Rahmet Diliyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi'nin talebesi Mustafa Sungur aracılığı ile Sadreddin Yüksel’e gönderdiği mektup İslam alimi Sadrettin Yüksel Hocaefendiyi vefatının 16. yılında rahmetle anıyoruz. Sadrettin Yüksel, 1958 yılında Risale-i Nur'dan İşârâtu’l-İ’câz tefsirini Ankara’da Bediüzzaman'ın talimâtıyla neşretmesiyle de biliniyor.

Sadrettin Yüksel'in Bediüzzaman Said Nursi ile tanışıklığı 1945 yılında başlar ve mektuplaşmalar ile devam eder. Yüksel, Bediüzzaman'ı birkaç kez Emirdağ’da ziyaret ettmiştir.

Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel, Bediüzzaman Said Nursi’nin talebesi Mustafa Sungur aracılığı ile babası Sadreddin Yüksel’e gönderdiği tarihi mektubun hikayesi ve ikilinin tanışmalarını şöyle anlatmıştı: “Merhum pederim gerek Bediüzzaman’ın gerekse sonra Ahmed Husrev ve Hulusi Yahyagil’in kendisine gönderdiği mektupları bir cildin içinde bir araya getirir.

Ancak bu mektupların ve Bediüzzaman ve Ahmed Husrev’in gönderdiği üstadın tashihinden geçmiş teksir Risâle mecmuâlarının bulunduğu sandığı Norşin’den İstanbul’a taşınırken kaybeder. 1983 yazında bir vesile ile ben Norşin’de iken, Dergâh ve Medrese binasının alt katında yapılan rutin temizlik sırasında bu sandık bulunur ve şahsıma verilir. Sandıkta bulunan risâle nüshalarını ve mektupların toplandığı cildi Dergahta (Divân) kitap dolabına İstanbul’a getirmek üzere hepsini bir arada yerleştirmiştim. Ancak birkaç gün sonra, mektupların bulunduğu cildin yerinde olmadığını, kaybolduğunu fark ettim. Ne kadar arayıp soruşturdumsa bulamadım.”

Bediüzzaman Said Nursî’nin Mustafa Sungur Aracılığıyla Sadreddin Yüksel’e Mektubu

باسمه سبحانه السلام عليكم و رحمة الله و بركاته ابداً دائماً

Biismihi Subhânehu

Es-Selâmu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berekâtuhu Ebeden Dâimen Pek Muhterem Ve Mübârek Sadreddîn Efendi Hazretleri, Azîz Kardeşimiz, Bu hafta içerisinde Hazret-i Üstâdımız Allâme Saîd En-Nursî’nin yanında iken çok def’a sizden ve Saîd’ten (1) ve Hazret-i Seydâ’nın (2) medresesinden bahsederek tahsîn etttiler. Size selâmlarını tam zamanında ulaştıramayacağım için mektupla arzediyorum.

Hazret-i Üstâd buyurdular ki: “Ben o mübârek medresenin talebesiyim. Hazret-i Seydâ son nefesini vereceği anda talebe-i ulûmun ruhunu kabzeden meleği istemesi ve aynen Risâle-i Nûr’un mesleğinin bir nev’inde hareket etmesi gibi acîb bir temâyüzü vardır. Bugün hem Anadolu’da hem âlem-i İslâm’da çok geniş bir dâirede envâr-ı imâniyeyi neşreden ve talebe-i ulûmun kıymetini i’lân eden ve Kur’ân hakikatlerini ders veren Risâle-i Nûr, o medresenin de mahsülü olması cihetiyle umûm âlem-i İslâm’daki bu büyük hayr-ı azîmden ve neşr-i hakîkat-i imâniyeden büyük hisseleri vardır. Şeref onlarındır.

Ben her sabah, o medresenin üstâdlarını, talebelerini, Şeyh Ma’sum’u (3) ve Sadreddîn’i duâlarımda ve mânevî kazançlarımda hissedâr ediyorum.” “Arabî Mesnevî-yi Nûriye’de “Hubâb” risâlesinde medenî mü’min ile medenî kâfirin muvâzenelerine dâir mühim bir bahiste medenî mü’mine misâl ve numuneyi Norşin medresesinden aldıklarını ve o parçaları size okumaklığımı, Şark ulemâları içerisinden sizin çıktığınızı ve Cenâb-ı Hakk’a şükrettiğini” söylediler. Ve size söylemekliğimi ve bunları aynen Norşin’e bildirmenizi bana emrettiler. Ben de size arzediyorum. "Mektup yazdığınızda bizlerden de pek çok hürmet ve selâmlar arzetmenizi istirhâm ederiz. Evet, biz üstâdımızın dersinden ve Risâle-i Nûr’dan ve üstâdımızın Tarihçe-i Hayâtından yakînen anlamışız ve bilmişiz ki, Cenâb-ı Hakk nihâyetsiz rahmetiyle Anadolu’da ve âlem-i İslâm’da ve beşeriyette Kur’ân hesâbına ve Kur’ân nâmına hareket eden ve Kur’ân’ın bayrağını dalgalandıracak, akıl ve kalplerde Dîn-i İslâm’ın hakikatlerini yerleştirecek olan nûrlu bir Kurân tefsirini ve muazzam bir dîn ve imân kahramânını o muhitten, bulunduğunuz yerlerden ihsân etti.

Üstâdımız hazretleri çok def’a, hem senelerdir, kerâmetle o mübârek medreseden sitâyişle bahseder. Bütün Nûr talebelerinin kalplerinde o mübârek medreseler nûrlu bir irfân ocağı hâlinde bilinmektedir. Hem İnşaallah, o medreseler kendi öz malları olan Risâle-i Nûr’u tam elde ederek medâr-ı iftihâr hizmet-i dîniyelerinde muvaffakiyetler dileriz.

Sizlerin umûmen ellerinizden öperiz. El-Bâkî Huve’l-Bâkî Kusurlu M. Sungur Mesnevî-yi Nûriye’de “Hubâb” Risâlesinde Norşîn’le Alakalı Bölüm

فان شئت فاذهب بخيالك الی مجلس سيدا قدّس سرّه في قرية نورشين . و ما اظهرت من المدينة الاسلامية بصحبته القدسيّة تر فيها ملوكاً في زيّ الفقراء و ملائكةً في زيّ الاناسي . ثم اذهب الی باريس وادخل في لجنة الاعاظم تر فيها عقارب تلبسوا بلباس الاناسي و عفاريت تصوروا بصورالآدميين. و قد بيّنت الفروق بين مدينة القرآن والمدينة الحاضرة في لمعات و سنوحات فراجعهما لتری فيهما امراً عظيماً تفاغل عنه الناس.

Tercümesi: “ Eğer dilersen hayalinle Norşin karyesinde Seydâ‘nın (K.S) (4) meclisine git. Orada İslâm şehrinde, onun kudsî sohbetinde açıkça, fukarâ kıyâfetinde melikleri, insan kıyâfetinde melekleri göreceksin. Sonra (yine hayalinde) Paris’e git. Ve orada soylular toplantısına dahil ol. Orada insan elbiselerine bürünmüş akrepleri, âdemiler suretinde tasvir olunmuş ifritleri göreceksin. Kur’ân şehri ile asrî, modern şehir arasındaki farkları Lemaât ve Sunûhât’ta beyân etmiştim. Bunlara müracaat edersen, her iki risâlede yüce şeyler görceksin ki, insanlar ondan gâfil olmuşlardır.”

SADRETTİN YÜKSEL KİMDİR?

Ailesi Bitlis'ten gelip Konya'ya yerleşmiştir. 11 yaşında medresede eğitime başladı. Memuriyet hayatına Siirt'in Baykan ilçesinde müftü olarak başladı. Müftülüğü sırasında İşârâtu'l-Î'câz tefsirini yayına hazırladı. Sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin'e dönerek ders vermeye başladı. 1964 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur'an-ı Kerîm meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirildi. Fakat bu proje yarım kaldı. 1966 yılı sonunda ailesiyle birlikte İstanbul'a taşındı. Gönenli Mehmed Efendi ve İsmail Ağa Kur'an kursu'nda Arapça İslâmî ilimler okuttu. 1968 yılında Diyanet tarafından İstanbul merkez vaizliği'ne atandı. 1975 yılında bu görevden istifa etti. Metin, Edip, Müfid ve Nedim Yüksel dahil yedi çocuk babası olup Arapça ve Farsça dillerini biliyordu. Sadrettin Yüksel, 25 Aralık 2004 tarihinde vefat etti.

DİPNOTLAR: 1-Said, 1952 yılında doğan en büyük ağabeyim. Pederim tarafından ona üstadın adı verilmiş, ancak henüz üçbuçuk aylık iken Norşin’de vefat etmiştir (M.Y) 2-Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî. (Vefatı: 1304/1888) 3-Şeyh Ma’sum, Şeyh Abdurrahman Et-Tâhînin torunu ve Sadreddin Yüksel’in kayınpederi. (Vefatı:18 Haziran 1971) 4-Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî’nin lakabı. Seydâ, Arapça Efendi, Bey anlamına gelen Seyyid kelimesinin muharrefi olup, Kürtçede, üstad, hoca, öğretmen, muallim, medrese hocası anlamında kullanılmaktadır.

Norşin ve çevresinde Seydâ lakabı Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî’ye özel olarak halen kullanılmaktadır.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Said Nursi Kimdir?

 Bediüzzaman Said Nursi; Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya geldi (1876). Yenilikçi, atak, cesur bir mizaca, son derece parlak bir zekâya ve güçlü bir hafızaya sahipti.

Bunlar katıksız iman ve ilim aşkıyla birleşince, normalde onbeş yıl kadar süren klâsik medrese eğitimi üç aya sığdı. Bu olağanüstü gelişmeyi kavrayamayanlar tarafından düzenlenen münazaraları (ilmi tartışmalar) kazanarak kendini ispatladı. Bu yüzden “Molla Said”e, “zamanın emsalsizi, benzersizi” anlamında “Bediüzzaman” lâkabı verildi. Dönem tüm dünyada maddeciliğin öne çıktığı bir dönemdi. İnsanlık kendi geleceğini tahribe yönelmişti.

Bu değişimden Müslüman toplumlar da etkilenmiş, meselâ Osmanlı Devleti çoktan eski haşmetini ve kudretini kaybetmişti. Büzülme ve çözülme noktasındaydı. İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti.

Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu. Devlet ve millet şeklen İslâm’a bağlı olmakla birlikte mânâ plânında İslâm’dan kopmuştu. Batı’yı da anlayamamıştı. Asıl problem buydu. Teşhisini bu şekilde koyan Bediüzzaman tedavi metodunu da geliştirdi: “Tahkiki iman” geliştirdiği metodun özü ve özetiydi. Sıra “tahkiki iman” ekseninde gelişip çağın teknolojisiyle zenginleşecek insanlar yetiştirmeye gelmişti. Bunun da yolu eğitimden geçiyordu. Bu maksatla bir eğitim projesi geliştirdi.

Buna göre Doğu ve Güneydoğu öncelikli olarak tüm vatan sathı “Medresetüzzehra” adını verdiği eğitim kurumlarıyla donatılacak, bu kurumların ilk, orta, lise bölümleri olacak, ayrıca din ve fen dersleri bir biri içinde, bir bütün halinde okutulacaktı. “Vicdanın ziyası (ışığı), ulûm-u diniyedir, aklın nuru fünun-u (fenler) medeniyedir. İkisinin imtizacıyla (bütünleşmesi, iç içe girmesiyle) hakikat tecelli eder… İftirak ettikleri (ayrıştıkları) vakit, birincisinde taassup (tutuculuk), ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar)” diyordu. Görüşlerini Padişah’a sunmak için 1907 yılında İstanbul’a geldi. Fakat İmparatorlukla birlikte İmparatorluğun başkenti İstanbul da çürümüştü.

Düşüncelerini gazetelere yansıtması Saray’ı tedirgin etti. Padişah, bu ateşîn zekâyı etkisizleştirmek için altınla ödüllendirmek istedi. “Maarifi tehir, maaşı tacil nedendir?” diye sorup ihsan-ı şahâneyi reddedince de akıl hastahanesine kapatıldı. Fakat doktorlardan aklî melekelerinin sapa sağlam olduğuna dair bir rapor alarak görüşlerini açıklamayı sürdürdü. Bediüzzaman, Şark ulemasından sonra İstanbul’daki meşhur alimlere de kendisini kabul ettirmekte zorlanmamıştı. Onunla görüşenler en girift sorularına cevap alıyor, “Sen gerçekten de Bediüzzamansın” demekten kendilerini alamıyorlardı.

Meşrutiyeti İslam eksenine oturtan ve “meşrutiyet-i meşrua”yı öngören hürriyetçi fikirleri özellikle ilgi çekiyordu. Bediüzzaman’a göre mutlakıyet İslami dirilişin önünü kapatıyordu. Ancak meşrutiyete yumuşak geçiş yapılmalıydı.

Bunun için de evvelâ “üç büyük düşman” saydığı cehalet, zaruret ve ihtilâfla mücadele edilip kazanılması gerekiyordu. “31 Mart Olayı” ismiyle tarihimize geçen (1909) keşmekeş esnasında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman’dan daha önce tedirgin olmuş yönetim tarafından tutuklanıp Divan-ı Harb Mahkemesinde yargılandı. Beraat etti. Van’a döndü. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü talebelerden bir milis alayı kurup doğduğu toprakları savundu. Bitlis savunması esnasında yaralanıp Ruslara esir düştü.

Yaklaşık üç yıl süren esaret hayatını kaçışla noktaladı. Ordu adayı olarak devrin tek İslâm Akademisi “Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye üye oldu. İstiklal Savaşı sürerken, Anadolu harekâtını “isyan” sayan fetvaya Anadolu ulemasıyla birlikte karşı fetva verdi. İstanbul işgali sırasında İngiliz işgalcilere karşı yayınladığı bir eser yüzünden İşgal Kuvvetleri tarafından gıyabında ölüme mahküm edildi. Zaferden sonra Ankara’ya Büyük Millet Meclisi’ne dâvet edildi (1922). Meclis’te resmi karşılama töreni yapıldı. Fakat devletle millet arasında “kıble farkı” oluşmak üzere olduğunu görüp milletvekillerine hitaben on maddelik bir beyanname dağıttı. Tekrar Van’a döndü.

Şeyh Said isyanıyla bir ilgisi bulunmadığı, esasen her fırsatta “Dahile kılıç çekilmez” dediği halde bir çok mazlum gibi Bediüzzaman da sürgün edildi. Önce Burdur’a, ardından Barla’ya sürüldü. Barla’da Risale-i Nur Külliyatı’nı telife başladı. Tek başına bir mektep oldu ve “cevher insan” yetiştirmek için insanüstü bir gayret gösterdi. 1925’li yıllarda Türkiye’de uygulama alanına giren dini dışlama politikalarına karşı Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur adını verdiği eserleriyle İslam’ın temel altyapısını oluşturan prensipleri açıklamaya yönelik bir tarz geliştirdi.

Bediüzzaman Said Nursi geliştirdiği bu Kur’ânî tarz ile akıl, kalp ve duygu bütünlüğünü temin ederek iman hakikatlerini anlatmıştır. Böylece kelam, tasavvuf ve pozitif bilimleri terkip ederek Müslümanlara yepyeni bir bakış açısı sunmuş, mektep, medrese ve tekke ayrılığını ortadan kaldırmıştır. İslam uleması yüzyıllar boyu insanın temel soruları olan “ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum, vazifem nedir?” gibi konulardan ziyade hep dış alem ve siyaset üzerine mesailerini teksif etmişti. Oysa “iman ve temele ait” meseleler halledilmeden ve doyurucu cevaplar bulunmadan afaki meselelere yönelmek bunalımın derinleşmesini sonuç veriyordu.

İslam dünyasının siyasi düzenleme ve projelerden ziyade ve fakat onları da ihmal etmeden zihniyet düzenlemesine ihtiyacı vardı. Problemin çözümü Kur’ân’ın çağlar üstü mesajının günümüze bakan yönünü ortaya çıkarmaktı. Risale-i Nur Külliyatı ise bu mesajın açıklamasıdır.

Bediüzzaman İslam dünyasının karşılaştığı en köklü ve yıkıcı krize (fen ilimlerinden kaynaklanan dinsizlik veya dinde laubalilik) karşı ilim ve mantık yoluyla cevaplar vererek milyonların imanının kurtulmasına vesile olmuştur. Risale-i Nur Külliyatı’nı telif etmesiyle birlikte Bediüzzaman önceki hayatını Eski Said dönemi diye isimlendirmiştir. Bediüzzaman’ın hayatını Eski Said, Yeni Said diye ayırması bir değişiklikten ziyade bir tarzı ifade içindir.

Eski Said, daha çok imanın dışavurumu olan kurumlar, davranışlar ve siyasetle ilgileniyordu. Yeni Said ise imanın tahrip edilmek istendiği bir ortamda imanı korumak ve güçlendirmek için gayretini bu temel meseleye tahsis etmişti. Bediüzzaman’a göre temel mesele; insanın kendisini, diğer varlıkları, kainatı ve hemcinslerini iman ekseninde algılamasıdır. En önemli görev bunu sağlamaktır.

Bundan ürkenler onu defalarca tutukladılar, Eskişehir (1935), Denizli (1943), Afyon (1947) hapishanelerinde yatırdılar. Fakat inançlarını yaşamaktan ve yazmaktan vaz geçiremediler. 1960 yılının 23 Mart’ında Urfa’da Hakk’ın rahmetine kavuştuğunda arkasında bıraktığı tüm maddî servet bir demlik, birkaç bardak, eski bir gömlek, yamalı bir cübbe, sarık, misvak, biraz çay-şeker ve on liradan ibaretti. Mânevi miras olarak ise bütün asrın insanını aydınlatabilecek Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı ile dünyanın her tarafında milyonlarca “Kur’an talebesi” bırakmıştır.

Allah ondan razı olsun.

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER