VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 28 April 2024 12:30:31

0 Yorum

Kez Okundu.

SİYONİZM’iN Barış Senaryosu

SİYONİZM’İN BARIŞ SENARYOSU

H24/ Makale Mücahid Halil Akyüz 

Müslümanlar için kutsal olan Filistin toprakları, Yahudilerin inanışına göre onlar içinde kutsaldır. Yahudiler, bu toprakları sadece bir yurt olarak görmekten ziyade, vaat edilmiş topraklar olarak görürler. Yahudilere bu toprakları kutsal kılan şey ise; ruhban haham takımı tarafından tahrip edilmiş Tevrat ve aynı şekilde şeytani dürtü, nefsani azgınlık ile yazılmış Kabaladır. Bu nedenle günümüzde Ortadoğu ile ilgili yorum yapmadan önce Yahudi inancını dikkatle incelemek gerekir.

Kudüs’ten İlk Çıkış ve Mesih İnancı

Kudüs’ü kuşatan ve daha sonrasında ise himayesine alan Romalılara karşı, rahat durmayan ve sürekli isyan, bozgunculuk çıkaran Yahudiler, MS 70 yılında Roma ordusu ile savaşarak büyük sürgünü kendi elleriyle başlatmışlardı. Bu büyük saldırı neticesinde mağlup olan Yahudiler Süleyman Tapınağına kadar çekildiler ve burada sıkıştılar. Roma orduları en son tapınağı yakıp, yıkarak birçok Yahudi’yi kılıçtan geçirdi. Tapınaktan geriye ise, bugün ağlama duvarı olarak bilinen, batı tarafında ki duvarı kaldı.

En son tapınağın yıkılması ile birlikte, Yahudiler Filistin’den sürgün edildi. Zaman ile dünyanın dört bir yanına dağıldılar. 19 asır sürecek olan bu sürgün dönemine Yahudiler; “Diaspora” kutsal topraklar dışında yaşanan dönem diyeceklerdi.

İlk başta, Sürgüne üzülen Yahudiler bir müddet sonra bunun bir fırsat olduğunu düşünüp bu sürece önem verdiler. Çünkü ellerinde bulunan Muharref Tevrat’a göre Mesih’in geri geleceğine, kutsal topraklara geri döneceklerine ve daha sonrasında ise Dünya hakimiyetini ellerine alacakları inancı, Muharref Tevrat’ta onlara bildirilmişti. Bunun için ise önce Dünya’nın dört bir yanına dağılmalı, ülkeleri kontrol altına almalı bu süre zarfında ise Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaktı. Lakin bu süreç oldukça uzun sürecek, sabır, plan ve program isteyen bir süreçti. Mesih’in gelmesi ile birlikte; • Yahudiler kurtulacak • Diğer din ve milletleri hakimiyetleri altına alıp, tek Dünya Devletini kuracaklar ve köle yapacaklar Mesih’in gelmesi içinse, dünyanın dört bir yanına dağılan Yahudilerin; • Filistin topraklarına geri dönmesi • Yahudi Devleti kurması • Yıkılan Süleyman Tapınağının yeniden inşa edilmesi gerekmekteydi. İşte benden ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın, bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın! (Kitabı Mukaddes, Mezmurlar, Bab 2/8-9) Asırlardır devam eden mücadele bunun için yapılmaktaydı. Yukarıda yazdığımız koşulları sağlamak, Mesihi getirmek ve dünya hâkimiyetini tam manası ile ele almak olacaktı. Yahudiler 19 Asır Sonra Filistin’de Yahudiler ilk sürgünden 19 asır sonra Filistin topraklarına dönmüşlerdi. Mesih’in gelmesi için gereken şartlardan ikisi gerçekleşmişti. Yahudilerin bu dönüşünü incelediğimiz zaman bizim yakın tarihimiz ile yakından ilgili olduğunu da göreceğiz. 19 Yüzyıla gelindiğinde, Siyonizm’in fikir babası Theodor Herzl, Mesih’in gelmesi ve dünya hakimiyetinin sağlanması için Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması gerektiğini söylemiş ve bunun için mücadeleye başlamıştı. Daha öncesinde, Rothschild ailesinin desteği ile gruplar halinde Yahudi aileleri Filistin’e yerleştirilmiş lakin bu süreç Dini Siyonizm dönemiydi. Theodor Herzl ise Siyasi Siyonizm’in düğmesine basmış oldu. Ne kadar Mesih’in gelmesi istese de Herzl agnostik bir Yahudi’ydi. Temel mantığına bakacak olursak aslında Yahudilik bir dinden ziyade, dünya hakimiyeti için bir yöntem, din kılıfı geçirilmiş üstün bir ırk saplantısı idi. O dönem Filistin toprakları Osmanlı İmparatorluğu himayesinde olduğu için, Theodor Herzl Osmanlı topraklarına gelip dönemin Sultanı Abdülhamit Han ile irtibat kurmaya çalıştı. Sultan kendisinden talep edilen bu görüşme randevu ve isteklerini sürekli ötelemiş ve terslemişti. Lakin saray içerisinde bulunan Masonlar ve Yahudi dönmesi yöneticiler sayesinde sultan ile görüşmeyi başarmıştı. Herzl, Sultan Abdülhamit’e; Filistin toprakları karşılığında Osmanlıyı tüm borçlarından kurtarmayı teklif etti. Kendisi basit bir gazeteci olan Herzl ’in para noktasında en büyük destekçisi Rothschild ailesiydi. Bu teklif sonucunda Sultan Abdülhamit onu şu muhteşem sözler ile terslemiş ve huzurundan kovmuştu. "Ben bir karış bile olsa toprak satmam. Bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim ecdadım bu imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onları kanları ile verimli kılmışlardır" Herzl’e verilen bu cevap ile umduğunu bulamayan Siyonizm, Sultan Abdülhamit’ten ümidini kesmişti, geriye ise tek çare kalmıştı; sultanı tahttan indirmek, imparatorluğu çökertmek ve kutsal toprakları Osmanlı’nın elinden işgal yöntemi ile almaktı. Ve Osmanlı imparatorluğunun yıkılması için düğmeye basıldı. Bu süre zarfında; Mason ve Yahudi dönmesi işbirlikçilerin halkı kışkırtması ile Sultan Abdülhamit tahttan indirildi. Sonrasında ise çorap söküğü gibi gelen olaylar meydana geldi. Önce Balkan devletleri bağımsızlığını ilan etti, bu süre zarfında imparatorluk işbirlikçilerin kışkırtması ile iç meseleler noktasında karıştırıldı ve bölündü. Böyle zor bir süreç içinde iken, imparatorluk kendini 1. Dünya Savaşının içinde buldu. Siyonizm’in planları, kusursuz bir şekilde saat gibi işliyordu. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı ile yıkılması ve (Filistin’deki) Kutsal Toprakları İngiltere’nin işgal altına alması, Siyonistler tarafından büyük bir sevinç ve umut ile karşılandı. Çünkü: Siyonist Devletin kurulacağı Yahudi Diyarı, Osmanlı’nın elinden kurtarılmıştı ve Yahudilere vermeye hazır olduklarını Balfour Deklarasyonu ile dünyaya duyuran Siyonist Hristiyan yöneticilerin eline geçmiş durumdaydı. Artık 19 Asırlık büyük sürgün sona ermiş, Yahudiler büyük göçler halinde kutsal topraklara göç etmişlerdi. Mesih’i getirme noktasında 2. Büyük adım olan Yahudi devletinin kurulması, 1948 yılında Korsan İsrail devleti ile fiilen başladı. Yahudilerin Kısa ve Uzun Vadeli Planları Yaşanan tüm bu olayları, tarihi bilgileri göz önünde bulundurduğumuz zaman, Yahudilerin Ortadoğu’da attığı her adım geliştirdiği her strateji; kutsal topraklar inancı ve Mesih beklentisi üzeredir. Kurulan korsan devlet İsrail’in günümüze kadar gelmiş tüm liderleri, kutsal topraklar ve üstün ırk inancını yitirmeden korumuş, bu uğurda zulüm ve vahşetten geri durmamışlardır. İsrail tarihinin ünlü isimleri Golda Meir, Moşe Dayan, İzak Rabin başta olmak üzere pek çok devlet yetkilisi zaman zaman bu inançlarına olan bağlılıklarını dile getirmekten çekinmemişlerdir.

Örneğin, 1967 yılında Araplar ve Yahudiler arasında gerçekleşen Altı Gün Savaşları'nın komutanı Moşe Dayan, İsrail'in uyguladığı işgal politikasına şu sözleri ile sahip çıkmıştı:

"Eğer Kitab-ı Mukaddes'e sahip çıkıyorsak, eğer kendimizi Kitab-ı Mukaddes'te yazılı halktan sayıyorsak, Kitabın yazdığı topraklara da sahip olmamız gerekir. Hakimlerin, Patriklerin, Kudüs'ün, Hebron'un, Jeriko'nun ve daha pek çok yerin topraklarına…(Jerusalem Post, 10 Ağustos 1967)

 

1970'li yıllarda İsrail’in Başbakanlık görevini üstlenmiş olan Golda Meir ise korsan İsrail’in varoluş nedenini şöyle dile getiriyordu:

"Bu ülke (İsrail), Tanrı tarafından yapılmış bir vaadin yerine getirilişidir. Onun yasallığını tartışmak gülünç olur." (Le Monde, 15 Ekim 1971)

Liderlerin bir kısmının açıklamasından da görüldüğü üzere; kutsal topraklar hedefi, üstün ırk düşüncesi ve Mesih beklentisi inancı başta liderler olmak üzere faşist Yahudiler için büyük bir önem taşımaktadır.

Belirttiğimiz üzere Moşe Dayan’ın da bahsettiği Vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesi çok önemlidir. Çünkü Mesih geldiğinde vaat edilmiş topraklar hazır olmalı ve onun kuracağı dünya krallığı altında birleşmelidir. Yahudilerin bu toprakları ele geçirmesinin yegâne yolu ise “İŞGAL” politikasıdır.

Peki bu vaat edilen topraklardan kastedilen yer neresiydi?

Sorumuzun cevabına baktığımız zaman büyük ve geniş bir alan çıkar. Bu topraklar Nil ile Fırat arasında uzanmaktadır. Sina Yarımadası, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün toprakları ve ülkemizin topraklarının bir bölümü de buna dahildir. Vaat edilmiş topraklar düşüncesi, olaylara basit gözle bakan, normal düşünen bir insan için ütopik gelebilir. Yahudilerin bu kadar ülkeyi karşısına alması ve mücadele edeceği cepheyi çoğaltması pekte rasyonel bir fikir gibi gözükmese de sürgün döneminden, korsan İsrail’in kuruluşuna kadar geçen olayları, stratejileri ve sinsiliği göz önünde bulundurduğumuz zaman bu plan hiçte basite alınacak bir şey değildir. Çünkü korsan İsrail şeriat devletidir. Kanunlar; Muharref Tevrat, Talmud ve Kabalaya göre hahamların kontrolünde hazırlanır. Devlet başkanları ise özel Kabala eğitimi almış Yahudilerden seçilir. Şeriat ile yönetilen bu devlet, inandıkları kitabın vaat ettiği topraklara sımsıkı sarılmayacakta ne yapacaktır?

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Arşivleri karıştırdığımız zaman, Yahudi Ruhban sınıfı tarafından hazırlanan ve 24 Ağustos 1985 tarihinde Ha’aretz gazetesi ile okullara dağıtılan bu bildiri, işin ciddiyetini gözler önüne sermektedir.

“Biz burada en uygun yayılma yönteminden söz ediyoruz… Politik açıdan (kuzeyde) ulaşmamız gereken sınır Fırat ve Dicle nehirleridir. Bu Halakha'da (Yahudi kutsal kaynağı) yazılıdır. Dolayısıyla bu konuda herhangi bir anlaşmazlık olmaz. Tartışılabilecek tek konu,

BUNUN NASIL HAYATA GEÇİRİLECEĞİDİR.

Ancak dediğimiz gibi, İsrail topraklarının sınırları bellidir, bu konuda tartışılacak hiçbir şey yoktur, hükümler açıktır.” Yahudiler İçin Mutlak Bir Barış Süreci İmkansızdı İsrailli yöneticilerin bu vasıfları ve inançları göz önünde bulundurulduğu zaman barış içinde bir tutum sergilemelerini beklemek pekte gerçekçi değildi. Çünkü İsrail kurulduğu 1948 yılından beri, bulunduğu coğrafyada; kan, göz yaşı, vahşeti eksik etmemişti. Üstün ırk saplantısı ile saldırgan ve yayılmacı bir politika izlemişlerdi. Çünkü iman ettikleri Muharref Tevrat onlara bunu emrediyordu.

Filistin direnişi, 1967'de İsrail'in tüm Filistin topraklarını işgal etmesi üzerine güçlü bir şekilde ortaya çıktı.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) adı altında farklı grupların birleşmesiyle ortaya çıkan direniş hareketi, özellikle 1970'li yıllarda etkinliğini artırdı. 1980'li yıllara kadar FKÖ Filistin halkının mücadelesinde başrolü oynuyordu. Sol görüşlü olan ve Sovyetlerden ve sosyalist Arap devletlerinden aldığı destekle büyük ölçüde ayakta duran örgüt için 80'lerden sonra İslami hareketin yükselmesi çok şeyi değiştirdi. Özellikle Batı Şeria ve Gazze'de örgütlenen İslami gruplar 1987'de İntifada hareketinin de öncüsü oldular ve hareket bu grupların büyük katkısı ile yürütüldü. 1990'lara gelindiğinde bu hareketler FKÖ ile boy ölçüşecek kadar güçlenmişti. Kuşkusuz bu durum İsrail'in de hedef değiştirmesine, Sovyet blokunun yıkılmasıyla maddi desteğini yitirip güçsüzleşen FKÖ ile değil, yeni bir kimlik altında güçlenen İslami hareketle ilgilenmesine neden oldu.

Bu dönemden itibaren İsrail, iki ayrı hareketle birlikte mücadele etmek yerine stratejik bir değişiklik yapmaya karar verdi. Yapılacak en akılcı iş, FKÖ'yü Filistin davasının resmi temsilcisi haline getirmek ve FKÖ kozunu diğer Filistinli akımlara karşı kullanmaktı. Elbette bu durum İsrail'in onlarca yıldır devam ettirdiği savaş politikasına da ara vermesi anlamına geliyordu. İşte bu strateji doğrultusunda 1990'lı yıllar İsrail ile FKÖ'nün barış sürecini başlattıkları yıllar oldu.

Siyonizm, sinsi şeytanlığını bu süreçte de kullandı. Mutlak bir barış anlayışı onlar için imkansızdı. Nedeni ise; Muharref Tevrat Yahudi olmayan bir kimseyi onlara Goyim (hayvan) olarak gösteriyordu, hayvanlar ile barış sağlamak onlar için imkansızdı!..

“Savaş İçin Barış”

Teorisi Daha güçlü bir hamle yapmak için geri çekilmek, siyaset sanatının ince yöntemlerinden birisidir. Yahudiler gerektiğinde, söz konusu bu "stratejik geri çekilmeye başvurmasını biliyordu. Bunun bir örneği, 1979'da İsrail ile Mısır arasında imzalanan “Camp David” barışından üç yıl sonra yaşanmıştı. İsrail birliklerinin Camp David'i imzalamış olan Menahem Begin'in emriyle 1982 yazında Lübnan'ı işgal etmesiyle, Ortadoğu'da barış süreci masalına inananlar büyük bir şok yaşamışlardı. Sabra ve Şatilla'da gerçekleştirilen katliamlar ise İsrail'in barış sürecinden ne anladığını bir kez daha gözler önüne seriyordu.

İşte 1992'de başlatılan FKÖ ile barış süreci de bir nevi "stratejik geri adımdı. Bu aslında postmodern bir savaş taktiğinin kamufle edilmesinden başka bir şey değildi. Üstelik, Muharref Tevrat ayetleriyle de son derece mutabık bir taktikti bu:

Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman onu barışa çağıracaksın. Ve vaki olacak ki, eğer barış cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa, o vakit vaki olacak ki, içinde bulunan tüm kavim angaryacı olacaklar ve sana kulluk edecekler ki. (Kitabı Mukaddes, Tesniye Bap 20/10)

Bunun gibi birçok örnek mevcuttur. Yahudiler için barış demek, aslında bir savaş taktiğidir. Geri çekildi gibi göstererek sinsice saldırmak, içten çökertmek onların inancında vardır. Yazımızda bahsettiğimiz üzere, Yahudilerin Yahudi olmayanlar ile barış yapması bir o kadar imkansızdır. Ve bu yazdıklarımız bize, Muhterem Erbakan Hocamızın şu sözünün ne kadar doğru olduğunu bize gösterir;

Fiili icraata geçmek gerekir. İsrail laftan anlamaz. İsrail ancak güçten anlar!

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER