Adil Avaz
Ben orada değildim. Ama o pınarın sızıntıları ile büyüdüm. Çok bilenler ve seyredenler vardı İbrahim ateşe atılırken. Şeyh Ahmed Yasin’in şehadetini seyrettiğim gibi. Beceriksizliğimin adını “çaresizlik” koymuşum. Görevimi ötelemenin adını “sabır” koyduğum gibi. İman ettiğim hesap gününde, kendi yargıcım olsam, kendimi yargılamak bile ürpertiyor beni. Kulağıma tıkadığım parmaklarım, beynimi cırmalıyor. Gözlerim kapalı seyrediyorum ümmetin ahvalini. Hayır, ben, bendeki değilim.
Bana güzel cümleler söyleyin, içi boş, felsefik ama müptelası bol olsun. “Yahudi tohumu” gibi toprağı sömürsün, genleri bozsun, aklımı uyuştursun ve beni alıp uçursun. Sigara dumanınca çekeyim ciğerlerime, zehirlenmek pahasına da olsa. Ve bana türküler söyleyin, içinde Filistin, Arakan vesaire olmasın. İngilizce ninnilerle sallasın bebelerinin beşiğini anneler. “Tekbir” diyerek bağırtın ki, meydanlarında zalimlerin, sahtekâr bir “ohhh” çekeyim kendime. Bir mantar tabancası verin bari. Dinime küfredene nişan alıp; “ses getirsin” hani.
Sığınmaktan utanıyorum ama “tek” sığınak. Bir armut ağacı olmak varmış, ama ne çare. Hayat bende hakikat; insanlar bende kaypak. Ecel ömrüme sevdalı, kavuştu kavuşacak. Turfanda fikirler yarışıyor, benimkisi bayatmış. Cehenneme hiç gerek yok; eğer insansan, cehennem, yaşamakmış. Sahnedeki ben değilim, birileri yazmış “rol yapıyor”um. Siz beni asıl ikinci perdede görün, şimdiden yanıyorum. Kapatsam da, gören zaten göz değil ki, açıkken kör gibiyim. Cenaze namazımı kendim kıldırdım, bakmayın özgün caddelerinizi, fareler gibi paylaştığıma. Daha güneşe kaç gün kaldığını bile bilmiyorum, yani aydınlığıma.
Bir çınar gördüm, bin dört yüz yıllık, fıtratına uygun, günahtan beri. Meğer ben de yaşıyormuş zannetmişim kendimi. Oraya giderseniz o pınarın başına, yolunuz açık olsun. Oraya bir ağaç dikin, adı da çınar olsun.