VÄ°DEO GALERÄ°
FOTO GALERÄ°
KÃœNYE
FÄ°RMA REHBERÄ°
Ä°LAN REHBERÄ°
BÄ°ZE ULAÅžIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 04 April 2021 22:20:19

0 Yorum

Kez Okundu.

Aileyi Muhafaza ve İstihkam Etmenin Yolu Batı Dayatması 6284 Sayılı Kanun Metni Değildir

AÄ°LEYÄ° MUHAFAZA VE Ä°STÄ°HKÂM ETMENÄ°N YOLU BATI DAYATMASI 6284 SAYILI KANUN METNÄ° DEĞİLDÄ°R

 20 Mart 2021 tarihinde CumhurbaÅŸkanı Sayın ErdoÄŸan'ın almış olduÄŸu kararla ve aynı gün resmi gazetede yayınlanan bildiri ile Ä°stanbul SözleÅŸmesi'nden ayrılmış olduk.

Ä°stanbul SözleÅŸmesi'nin asıl ismi, "Avrupa Konseyi SözleÅŸmesi"dir. Zira bu sözleÅŸme yerli deÄŸildir ve Avrupa tarafından bize dayatılmıştı.

Oysa söz konusu sözleÅŸmeye birçok Avrupa ülkesi imza atmamış veya bazı maddelerine ÅŸerh düÅŸerek imza atmışlardı. TBMM ise bu iÅŸe hiç fire vermeden ve tüm maddeleri topyekûn kabullenerek imzalamıştı. Sadece bir milletvekili yanlışlıkla çekimser butonuna basmış ancak o da ertesi günü yaptığı iÅŸin hata olduÄŸu kanaatine varıp tavrını "evet" oyuna tebdil etmiÅŸti! Hâl böyle iken, "Bu iÅŸte bir gariplik yok mu?" diye kimse kalkıp sormamış ve serzeniÅŸte bulunmamıştı. On yıl süren uygulamalara baktığımızda iÅŸin içinden çıkılmaz birçok sorunla karşılaşıldığı görülmüÅŸ oldu.

Ä°stanbul SözleÅŸmesi, ilk bakışta her ne kadar kadına ÅŸiddeti ve kadın cinayetlerini önlemek üzere geniÅŸ kapsamlı olarak hazırlanmış adlî kovuÅŸturmaya temel teÅŸkil edecek yasal düzenlemelerden müteÅŸekkil yönetmelik metni olsa da, biraz tetkik edildiÄŸinde aile yapımızı sil baÅŸtan dizayn edecek Batı standartlarına/Batı'nın ahlâk anlayışına uygun fakat bizim aidiyet deÄŸerlerimizle/bizim ahlâk anlayışımızla çeliÅŸen, ideolojik içerikli kanun hükmünde garabet bir kararname olduÄŸu görülecektir. Bu nedenledir ki bizdeki uygulama ile saÄŸlıklı bir sonuca ulaşılamamış ve kadına ÅŸiddetin ve kadın cinayetlerinin arttığı gözlenmiÅŸtir.

Çünkü bu sözleÅŸme kadına ÅŸiddeti önlemekten maada, kadına tanıdığı bir takım Batı mentalitesine özgü imtiyazlardan dolayı, bizzat kadını yanlış kararlar almaya ve "ÅŸiddete tahrik" pozisyonuna düÅŸürmüÅŸtür. Demek oluyor ki bu sözleÅŸme ile kadına ÅŸiddetin önü alınamıyor aksine ÅŸiddeti arttırıyor ve aile bu yöntemle muhafaza edilemiyor. Peki istihkâm nasıl saÄŸlanır?

BaÅŸlığımızda kullandığımız "istihkâm" kelimesi aslında askerî bir terimdir. "DüÅŸman saldırısını durdurmak, düÅŸmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiÅŸ yer." anlamına gelmektedir. Åžu hakikati bilmiÅŸ olalım ki, düÅŸmanlarımız uzun yıllardan beri (hem içimizdeki piyonları vasıtasıyla, hem bizzat kendileri) sosyal ve kültürel anlamda aidiyet deÄŸerlerimize yönelik çok yönlü saldırı ve taarruz hâlindeler. Son kalemiz olan aile yuvamıza da göz diktiler.

Bizi kendilerine benzetmek için "Lozan AntlaÅŸması" kapsamında yapmış oldukları dayatmalarla yetinmediler. 16 Mart 1920 tarihinde Ä°stanbul iÅŸgal edildiÄŸinde, "Geldikleri gibi giderler" denmiÅŸti ya, hayır efendim geldikleri gibi gitmediler. Teminatlar alarak, buyruk bırakarak gittiler. "Muasır medeniyet" sözünün altında yatan saik bizim dokumuzla uyuÅŸmayan zehirli reçeteden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. Hasta adam Osmanlı yıkıldı. Yerine Osmanlı'nın bakiyesi olan Anadolu topraklarında deÄŸerlerimize tezat/seküler bir yönetim ÅŸekli tesis edildi.

Hukuk sistemimiz sil baÅŸtan dizayn edildi. Öyle ki, "ceza hukuku" Ä°talya'dan, "ticarî hukuk" Almanya'dan, "eÄŸitim sistemi" Ä°ngiltere'den ve "aile hukuku" Ä°sviçre'den alınmıştı. Bu garabet durumu, bu acı gerçeÄŸi Gazeteci-Yazar UÄŸur Mumcu (espri olarak da olsa) ibraz ederek ÅŸöyle bir betimlemede bulunmuÅŸtu: "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Müslüman kimdir?: 'Ä°sviçre medeni kanununa göre evlenen, Ä°talyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve Ä°slâm hukukuna göre gömülen kiÅŸidir." Kısacası sosyal, siyasî, hukukî ve ailevî anlamda hayatımız gâvur Avrupa'nın yasa ve hukuk normlarıyla dizayn edilecek ama öldüÄŸümüzde defin/kefenleme ve gömülme iÅŸlemimiz, yani cenaze törenimiz Ä°slâmî usullere göre tanzim edilecek.

Sayın okuyucumuz bu aktardığımız ÅŸaka deÄŸil, acı gerçeÄŸin ta kendisidir. Öyle ki, laik rejimin ikâme ve tahkim edilmeye çalışıldığı tek parti diktatörlüÄŸü döneminde dinî deÄŸerlerimize adeta savaÅŸ açılmıştı. O yıllarda dinden men edici seküler uygulamalara karşı gelen nice mümtaz ÅŸahsiyetli alimlerimiz Ä°stiklâl Mahkemeleri'nde idam edildi.

Bunlardan bir tanesi de Ä°skilipli Atıf Efendi idi. Kendisi Osmanlı'nın son dönemlerinde insanların kılık kıyafet konusunda Batı'yı taklit etmeye baÅŸladığını görüyor. Özellikle Ä°stanbul'un cadde ve sokaklarında bazı bayanların Fransız kadınlarına özgü kıyafet giymeye baÅŸladıklarını, bazı erkeklerin baÅŸlarına Batılılara özgü "fötr" ÅŸapka taktıklarını gözlemliyor.

Ä°skilipli Atıf Efendi aile yapımıza karşı hassasiyet sahibi bir âlim olarak nasihat mahiyetinde "Batı TaklitçiliÄŸi" anlamına gelen "Frenk MukallidliÄŸi Ve Åžapka" isimli 32 sayfalık küçük bir risale yazıyor. Bir müddet sonra laik rejim kurulduÄŸunda "muasır medeniyet" (çaÄŸdaÅŸ uygarlık) seviyesine ulaÅŸmak hedefiyle ve laiklik (dinî deÄŸerlerden sadece yönetim olarak deÄŸil, yaÅŸam biçiminden soyutlanma) adına "kılık-kıyafet devrimi" yapılması ve 25 Kasım 1925'te 671 sayılı "Åžapka Kanunu" çıkarılması hasebiyle bu risale egemen güçler için tezat teÅŸkil ediyor ve adamcağızı acımadan, hunharca idam ediyorlar.

Oysa risale devrim yasalarından önce yazılmıştı. Astıklarında da kendisine "vatan haini" yaftasını vuruyorlar. Adamcağız aile yapımız tahrip olmasın diye Batı'nın ahlâk dışı müptezel yaÅŸam biçimine karşı Müslüman halkımızı uyarmak niyetiyle bir risale (küçük kitapçık) yazdı diye idam edildi. Ama iÅŸi kamufle etmek için bazı din düÅŸmanı/tarafgir tarihçiler kendisini "Ä°ngilizlerle iÅŸbirliÄŸi yapan vatan haini" diye yaftaladılar.

Oysa Ä°skilipli Atıf Efendi Ä°stiklâl Mahkemeleri'nde yargılanırken savcının yaptığı suçlama isnadı Erzurum, Sivas, Kayseri, MaraÅŸ, Giresun ve Rize'de "Åžapka Kanunu"na karşı isyan hareketlerinin baÅŸlaması üzerine "halkı kışkırtma" olarak ifade ediliyor. Ayrıca söz konusu risalenin satışı yasaklanmış ve mevcut olanlar toplatılmıştı. Sanki Atıf Hoca'nın yazdığı risaleden dolayı halk ayaklanmış! Aslında Atıf Hoca yazmış olduÄŸu o eserle halkımızın duygularına tercüman olmuÅŸtur, hepsi bu kadar. Zira o dönemde halkımızın dinî hassasiyet ve duyarlılığı oldukça fazlaydı.

O dönemde Anadolu'nun bütün köy, kasaba ve ÅŸehirlerinde kadınlar mütesettirdi. Zira günümüzdeki gibi o dönemin halkı henüz ahlâkî tahribata ve müstehcenlik erozyonuna uÄŸranmamıştı. Bu nedenledir ki, Åžapka Kanunu'na ve Batılılara özgü kılık kıyafetlerin dayatılmasına sadece yukarıda ismi geçen illerde deÄŸil, Anadolu'nun birçok ÅŸehir ve kasabasında tepkiler oluÅŸmuÅŸ, itirazlar yükselmiÅŸti.

Bu tepkilerin seyyar Ä°stiklâl Mahkemeleri vasıtasıyla nasıl bastırıldığını herkes biliyor. Ä°ÅŸin gerçeÄŸi ÅŸu: Ä°skilipli Atıf Efendi, "aile yapımıza uygun olmayan Batı'nın müptezel kıyafetlerini eleÅŸtirip, Ä°slâmî kıyafetleri ve tesettürü savundu diye idam edildi" dense halk bu iÅŸe öfke gösterecek, "iyisi mi biz buna öyle bir iftira atalım ki halk bu kiÅŸiden nefret etsin" diyerek o iftirayı attılar.

O yıllarda özellikle Ä°stiklâl Mahkemeleri'nde nice mazlum insanı önce idam ettiler sonra suç yasası hazırladılar. Kurucu irade, "Bu devrim sürecinde ihtimâl ki bazı kelleler alınacaktır" derken bu hukuksuz idamları kastetmiÅŸ olmalı.. O diktatöryal dönemde öylesine yoÄŸun bir baskı süreci yaÅŸandı ki akla ziyan. Sadece Ä°talyan ceza hukukunu, Ä°sviçre aile hukukunu vs. ikâme etmekle, ÅŸapka kanunları, kılık/kıyafet devrimleri ile yetinmediler. Kûr'ân alfabesini laÄŸv edip, yerine Latin harflerini getirdiler.

Oysa ders müfredatına Kûr'ân alfabesinin yanısıra Latince'yi koymanın bir mahsuru yoktu. Ama niyet ve maksat baÅŸkaydı. Amaç, Müslüman halkımızın Kûr'ân ile irtibatını koparmaktı. O dönemde köylerde jandarma korkusundan çocuklara samanlık içlerinde "Kûr'an alfabesi" öÄŸretilirdi. Köyün dışına da gözcüler yerleÅŸtirilir, jandarma gözetlenirdi. Yine de yakalanmalar olur, zavallı insanlar nezarete götürülüp tartaklanıp dövülürlerdi. (Bursa'nın Karacabey ilçesinde bir yaÅŸlı amca "ayni ile vaki" o yıllarda yaÅŸadıkları baskıları ve gördükleri zulümleri anlatmıştı.) Evet, o yıllarda adeta Kûr'ân'a savaÅŸ açılmıştı.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Kûr'ân'ın okunmasını istemiyorlardı. Sahi Kûr'ân'dan neden bu kadar çok korkuyorlardı? Oysa Kûr'ân'ın içerisindeki ailevî yaÅŸam için inzal edilmiÅŸ nezaket ve adlî hükümler ve gerekse kamu düzeninin tanzimi için inzal olmuÅŸ hukuk yasaları ailevi, sosyal ve kamusal alanda hayatı teminat altına almak için, toplumları huzur ve güvenlik içerisinde yaÅŸatmak için vardı. (Enfâl:24)

Hadi takdire ÅŸayan bir iÅŸ yapıp saltanat sistemini laÄŸv edip kaldırdınız, peki yerine aidiyet deÄŸerlerimize mütenasip bir yönetim ÅŸekli neden tesis etmediniz? Gavur Avrupa'nın kanunlarıyla aile ve ceza hukukunu oluÅŸturdunuz da ne oldu? Åžiddete teÅŸne hâle getirilmiÅŸ ÅŸu toplumun durumuna bakın?

Medenî ve uygar olabildik mi? Ä°slâm medeniyeti, Ä°slâm uygarlığı varken biz Batı'nın müptezel yaÅŸam biçimine öykündürüldük! Ellerinden gelse ezanları susturup camilerin kapılarına kilit vururlardı. Gerçi bazı yerlerde onu da yaptılar. Ezanı garabet bir ÅŸekilde Türkçe'ye çevirdiler. Daha sonraları Demokrat Parti döneminde ezan asli hüviyetine kavuÅŸturulsa da ve dinî yaÅŸamda bir takım serbestlikler getirilse de yüzümüzü Batı'ya çevirmekten imtina edemedik bir türlü.

DP öncesi, Ä°nönü'nün cumhurbaÅŸkanı, Åžükrü SaracoÄŸlu'nun baÅŸbakan olduÄŸu dönemde ABD ile yapmış olduÄŸumuz (mütekabiliyet esasına göre deÄŸil) buyurgan ikili anlaÅŸmalarla ve "Marshall Yardım Plânı" adı altında bir takım talimatlar da almaya baÅŸlamıştık. (Marshall Yardım Plânı 1947'de önerilmiÅŸ, 1948-1951 yıllarında yürürlüÄŸe girmiÅŸti.) Marshall Plânı ile eÅŸ zamanlı olarak 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile "Fulbright SözleÅŸmesi" imzalamıştık. Bu sözleÅŸme ile Türkiye ve ABD hükümetleri arasında "eÄŸitim komisyonu" kurulması hususunda (inisiyatifin ABD'nin elinde olduÄŸu) tahakküm anlaÅŸması yapılmıştı.

AnlaÅŸmanın 5. maddesi ABD tarafından nasıl tahakküm altına alındığımızı ibraz etmeye yetmektedir: "Komisyon dördü TC ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye'deki ABD diplomatik heyetinin başı komisyonun fahri baÅŸkanı olacaktır. Komisyonda oyların eÅŸit olması durumunda kesin oyu misyon ÅŸefi verecektir." Evet, böylesine bir zillet içerisinde ders müfredatımızı ABD'ye teslim etmiÅŸtik. (Süt tozu iÅŸin kamuflaj yönüydü.) Tahakküm ve zillet bununla da bitmiyordu.

DP dönemde NATO'ya girerek Türkiye'nin her tarafını ABD üsleriyle donattık. Daha doÄŸrusu NATO ve NATO'nun büyük ortağı ve tek inisiyatif sahibi ABD tarafından iÅŸgal edilmiÅŸtik. Ama hâlâ Batılı bir toplum olamamıştık. 1959 yılında çaÄŸdaÅŸ uygarlığa ulaÅŸma adına Avrupa TopluluÄŸu'na aÅŸkla/ÅŸevkle müracaatımızı yaptık. O gün, bugündür bizi kapılarının önünde bekletiyorlar. "Siz onlardan olmadıkça onlar sizden razı olmazlar." (Bakara:120)

Demek ki, biz onlara tam manasıyla benzeyememiÅŸiz ki bizi aralarına almıyorlar. Bu yüzden bize sürekli "Avrupa Uyum Yasaları"nı, CEDAW'ı, "Kopenhag Kriterleri"ni, "Lanzarote SözleÅŸmesi"ni, "Avrupa Konseyi SözleÅŸmesi"ni (Ä°stanbul SözleÅŸmesi) ve bu sözleÅŸmelerin referans alındığı 6284 sayılı kanun metnini dayatıp duruyorlar.

Ayrıca bizim ÅžÖNÄ°M, KEFEK ve KADES gibi kurumlarımıza itimat etmeyip belirli aralıklarla ülkemize gelip alan çalışması yapacak tahakkümcü GREVIO teftiÅŸ komisyonları var. Ne kadar garip bir durum deÄŸil mi?

Bizim son derece ÅŸefkat ve merhamet temeline dayalı nezaket ve görgü kurallarımız varken, bizim kadını ve kız çocuÄŸunu baÅŸ tacı eden mihribanlık anlayışına özgü adab-ı muaÅŸeret kurallarımız varken, kalkıp nezafet/tahâret ve mihribanlık nedir bilmeyen ve kadını sadece cinsel obje ve sömürü aracı olarak gören Bizans'ın, Roma'nın ardılı olan gâvur Avrupa'dan mı insaniyet dersi alacağız?

Bu bizim için zül deÄŸil de nedir?

Åžunu bilmiÅŸ olalım ki, Avrupa'nın ne kadim tarihi ve ne de günümüzdeki ahvâli bizim için örnek ve rol-model olamaz. Nasıl ki cahiliye döneminde kadınlar köle pazarında alınıp satılan meta idiyse Avrupa'da da durum bundan farksızdı. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Arap Yarımadası'na Ä°slâm'ı egemen kıldığında ilk yaptığı iÅŸlerden biri de kadının içler acısı durumunu deÄŸiÅŸtirip, kadını baÅŸ tacı etmiÅŸ ve kız çocuklarına ilâhî buyruklar muvacehesinde özel ihtimam gösterilmesini saÄŸlayarak diri diri topraÄŸa gömülmelerine engel olmuÅŸtu. (Tekvîr:9) Yüce dinimiz sadece kadınların ve kız çocuklarının durumunu düzeltmekle kalmamış, erkek olsun, kadın olsun, kimden sadır olursa olsun zina ve zinaya kapı aralayan ve aile yuvasının yıkılmasına, aile facialarının meydana gelmesine sebebiyet verecek her türlü ahlâk dışı davranışları, rezillikleri, müstehcenliÄŸi (cinsel teÅŸhiri), hasılı her türlü müptezelliÄŸi yasaklayıp aile yuvasını insicama kavuÅŸturmuÅŸtur.

Onun için yüce dinimiz Ä°slâm aileye kutsallık atfederek muhafaza ve istihkâm edilmesini ister. DeÄŸerli olan, kutsal olan namahreme ve olumsuzluklara karşı hassasiyetle ve mihribanca muhafaza edilmelidir. Ailenin istihkâm edilmesine gelince, nice zamandır Batılı çaÄŸdaÅŸ Haçlılar söz konusu ettiÄŸimiz sözleÅŸmelerle çok yönlü bir ÅŸekilde aile yapımızı tahrip etmek için mütemadiyen saldırı ve taarruzda bulunuyorlar.

Maatteessüf ki, bu orantısız/asimetrik taarruzlar karşısında çok kayıplar veriyoruz. Toplum olarak aile yapılarımızda etik ve ahlâkî deÄŸerlerimize karşı büyük bir erozyon yaÅŸanıyor. Sadece 2019 yılında 155 binin üzerinde boÅŸanma hadisesi gerçekleÅŸmiÅŸ. Buna iliÅŸkin 300 bin dolayında süren dava mahkemeleri varmış. Ä°stanbul SözleÅŸmesi'nin yürürlüÄŸe girdiÄŸi tarihten bu yana aile içi ÅŸiddet, kadına zulüm ve kadın cinayetlerinde artış olduÄŸu gözlenmektedir.

Müge Anlı isimli bir bayanın, bir TV kanalında yapmış olduÄŸu programda "ahlâkın dibe vurduÄŸu, rezaletin daniskası" diyeceÄŸimiz rezillik ve tiksindirici pespayeliklere tanık olmaktayız. "Hangi ara biz bu hâle geldik?" diyemiyoruz. Zira bu iÅŸ muasır medeniyete ulaÅŸma adına uygulanan sekülerizasyon politikaları ile baÅŸladı. Yukarıda bu sürecin nasıl baÅŸlayıp, nasıl devam ettiÄŸini ve günümüze kadar nasıl geldiÄŸini izah etmeye çalıştık. Altını çizerek tek cümle ile ifade edecek olursak, manevî deÄŸerlerimizden ve adlî disiplinlerimizden inhiraf bizi taaccüb ve haya edilecek duruma getirdi.

EÄŸer biz toplum olarak Sevgili Peygamberimiz'in mihribanlığını kendimize rol-model edinseydik bu hâllere düÅŸermiydik? Onun ilâhî vahyden neÅŸet eden adalet temeline dayalı, hukukun üstünlüÄŸünü esas alan yönetim anlayışı ile bir devlet mekanizması, bir toplumsal doku oluÅŸtursaysık halkımız ve ailelerimiz huzur ve insicama kavuÅŸmuÅŸ olacaktı. Åžu hâlde "Zararın neresinden dönülürse kârdır" özlü sözünden yola çıkarak yapılacak tek ÅŸey bu deÄŸerlerimize ivedilikle rücu etmek.

Vesselâm.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
https://www.facebook.com/rhvmimarlik/videos/557660301802778
Yazar Bilgisi

H24 Haber H24 Haber infokariha.net Tüm Yazıları

BENZER HABERLER