VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 27 January 2020 00:47:06

0 Yorum

Kez Okundu.

Türkiye İslamcılarının Hazin Evrimi!

Türkiye İslamcılarının Hazin Evrimi!

SERDAR DUMAN

Ülkemizde, Kasım Süleymani’nin katledilmesi ve sonraki süreçte İran’ın karizmasının çizilmesini sevinç naraları ile kutlayan elit bir güruha şahit olduk.

Kendisini muhafazakar ya da İslamcı olarak tanımlayan bu elit güruh bir yandan yazılı/görsel medyada boy gösterirken, diğer yandan tetikçileri vasıtasıyla sosyal medyada kutlama ayinleri gerçekleştirdiler. Söz konusu güruhun içerisinde siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler ve hocaefendiler var…

Gelişmeler bize, dindarların Komünizm ile mücadele adı altında Amerikancı yapıldığı 1950 sonrası dönemi hatırlatıyor. O dönemde Amerika’nın kontrolündeki Türk gladyosu ve istihbarat birimleri birçok dernek/gazete/dergiyi kurdular ya da desteklediler. Aynı dönemde dindarlara öncülük eden hocaefendilerin ve aydınların önemli bir kısmının bu oyuna geldiğine, söylem ve eylemleriyle toplumu sağcı bir çizgiye çekmek için mücadele verdiklerine tarih tanıklık ediyor.

O gün Amerika için birincil düşman Sovyetler Birliği ve Komünist ideoloji idi. Bugün Amerika için birincil düşman İran ve Devrimci İslam’dır. Amerika yine dindarları kullanarak en az emek ve risk ile sonuca ulaşmaya çalışıyor. 1970-1980 yılları arasında İslamcılığın Türk-İslam sentezi cenderesinden kurtularak ümmetçiliğe doğru evrildiğine şahitlik ettik.

Rahmetli Erbakan Hoca’nın emeğinin yoğun olduğu bu süreçte, ırkçılıktan ve mezhepçilikten beri olan bir dünya görüşü sağdan ve soldan gönülleri fethetti. 1990 sonrası biraz moralsizliğin, biraz kara propagandanın, biraz da dünya nimetlerine dalmanın etkisiyle tekrar sağcılığa dönüş sinyalleri alınmaya başlandı. Ak Parti ile de İslamcıların önemli bir bölümü neo-sağcılığı keşfederek muhafazakar bir iktidarın arka bahçesi olmayı kabul ettiler.

2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş Türkiye İslamcıları için tam bir turnusol kağıdı oldu. Amerika’nın öncülük ettiği, Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin taşeron olarak kullanıldığı bir muhalefet organizasyonu gerçekleştirildi. Türkiye iç savaş öncesi yağlı-ballı olduğu Esad’ı bir anda düşman ve katil ilan etti. Türkiye İslamcıları da önemli ölçüde Ak Parti iktidarı ile aynı safta yer alarak ‘Suriye Devrimi’ hedefini seslendirdiler.

Amerika güdümünde bir devrimin nasıl olabileceği ve neye hizmet edeceği soruları hiçbir zaman cevaplanamadı. Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceğini görmesi, İran’ın Esad’ın yanında yer almasına neden oldu. Amerika ve İsrail’in Suriye’deki oyununun bozulması için Esad’a destek kararı alındı. Suriye iç savaşı süreci Türkiye İslamcılarının sağcılaşma serüvenini hızlandırdı. Anti emperyalist, ümmetçi damar yerini Sünnici ve Yeni Osmanlıcı olarak tanımlanan yeni bir damara bıraktı. Bu yeni damar artık Amerika’yı değil İran’ı hedefe koydu.

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’den bu yana İran ile ilgili tüm defterler yeniden açıldı. Önce İran’ın Türkiye için rakip olduğu konusu tüm zeminlerde işlendi. Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde Amerika’ya karşı ağırlıklı Şii örgütler tarafından yürütülen mücadele; direniş olarak değil, Şii yayılmacılığı şeklinde lanse edilmeye başlandı. Bir zamanlar Türkiye-İran dayanışmasından söz edenler artık İran’ı tehlikeli bir rakip olarak vasfediyorlardı. ‘İran büyürse Türkiye küçülür, Türkiye büyürse İran küçülür’ şeklinde ifade edilen bir rekabet dillendiriliyordu.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Kasım Süleymani suikasti bizi yeni bir evreye taşıdı. Amerika’nın bir Müslümanı şehid etmesinden haz duyulması, davul-zurna ile bu suikastin kutlanması; İran’ın artık sadece rakip değil, hasım olarak ilan edildiği anlamına gelir. Bu husumetin yanında Amerika ve İsrail’e duyulan husumetin çok küçük kaldığını söylemek de abartı olmaz. İran’ı hasım ilan eden eski İslamcı güruh için ümmete ya da bölgemize öncülük yapmanın olmazsa olmaz koşulu Türk ve Sünni olmaktır.

Kendi kavmini ya da mezhebini daha fazla sevmek ya da daha tutarlı görmek normal bir tutumdur. Ancak kavmini ya da mezhebini takıntı seviyesinde yüceltmek, söz konusu olan kavmi ya da mezhebi olunca hak ve adalet körlüğü yaşamak sapkın bir ideolojiye işaret eder. Bu ideoloji faşizmdir. Gelinen nokta; eski İslamcı bu güruhun önce sağcılığa, şimdi de faşistliğe evrildiğinin emarelerini taşıyor. Ümmetin tüm unsurlarının masada eşit şartlarda oturduğu bir dayanışma yerine, Türk ve Sünni olanın otomatikman lider olduğu ve kalanların da ona tabi olduğu bir ümmet beklentisi sadece Amerika ve İsrail’in işine yarar.

Kavmi ve mezhebi olarak bölünmüş ya da kastlara ayrılmış bir ümmet zilletten kurtulamaz. Söz konusu değişimin üç temel nedene dayandığını düşünüyorum: - Bu kesimin abi ya da üstadları kendilerini İslamcı olarak tanımlasalar da, ideolojik mayaları her zaman Türk-İslam sentezi olarak kaldı. 1970-1990 arası esen ümmetçi kasırga bunlarda İslamcı bir öz oluşturamadı, ancak İslamcı bir kabuk oluşturdu. Görüntüleri İslamcı, fakat ruhları ve zihinleri Türk-İslam sentezi ile hemhal bir taife… 1990 sonrası Amerika’nın bölgemizdeki işgalleri, ekonomik yaptırımları, kültürel operasyonları karşısında ümmetin çaresizliği bu taifeyi önce devrimcilikten sonra ümmetçilikten kopardı.

Özlerine dönerek Yeni Osmanlı tezine sıkı sıkıya yapışmakla kalmadılar, Müslüman kitleyi de belirli ölçüde etkilediler. - İlgili kesimin bazı önde gelenlerinin Suudi-Körfez cephesi ile kısmen platonik kısmen finansal bir aşk yaşadığına dair ciddi işaretler mevcut…

Köşe yazılarında, televizyon programlarında Suudi güzellemeleri ile Suud-Amerika ittifakının değirmenine su taşıdılar. Bu zevatın önemli bir kısmının Suud-Körfez hattından nemalandığını da biliyoruz. Suud’un para ile adam satın alma konusundaki ünü hepimizin malumudur. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi bu süreci yavaşlattı ise de tamamen durduramadı. Süreç ağır da olsa işliyor. - İran İslam Devrimi’nin zaafları da değişimi körükledi. Devrimin siyasi ve askeri duruşundaki örneklik diğer alanlara yansımadı.

Ekonomik, kültürel, sosyal bir örneklik oluşturulamadı. Bunda dış baskılar kadar içteki yanlışlıklar ve beceriksizliklerin de etkisi oldu. Bazı İranlı mezhepçi mollaların başka ülkelerde mezhep satmaya kalkışmaları her zaman devrimin aleyhine işledi. Diğer önemli bir zaaf da İran’ın kendi tezleri ile ilgili kamuoyunu aydınlatma konusunda yetersiz kalması idi.

Hem ümmet, hem de dünyanın mazlum halkları İran’ın düşünce ve duruşu ile ilgili zamanında ve doğru bilgiye çoğunlukla ulaşamadılar. Amerika elindeki iletişim ve bilişim gücü ile kara propaganda yaparak İran’ı şeytanlaştırmaya çalıştı. Tüm bu hususlar İran İslam Devrimi’nin itibarını zedeledi.

Tek başına Türkiye, tek başına İran, tek başına Pakistan, tek başına Malezya; küresel sisteme ve Amerikan emperyalizmine rağmen çıkış yapamaz, ümmetin ve dünyanın kurtuluşuna giden yolu açamaz. Ancak ve ancak birlik olursak, Amerika’ya ram olmayan İslam ülkeleri ittifak ederse, İslam Birliği gerçekleşirse; ümmetin ve dünyanın kurtuluşuna giden yolu açabiliriz.

Ümmet bilinciyle, ümmetçi bir bakış açısıyla, mezhepçiliği ve kavmiyetçiliği dışlayarak aydınlık bir geleceği oluşturabiliriz. Mezhep ve kavmiyet kokan her türlü düşünceyi ve duruşu lanetlemeliyiz. Kavmi ve mezhebi ne olursa olsun, Müslüman Müslüman’ın asla rakibi veya hasmı değildir.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER