VÄ°DEO GALERÄ°
FOTO GALERÄ°
KÃœNYE
FÄ°RMA REHBERÄ°
Ä°LAN REHBERÄ°
BÄ°ZE ULAÅžIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 11 March 2023 23:44:12

0 Yorum

Kez Okundu.

Deprem Hem Öğretici, Hem Terbiye Edicidir

Deprem hem öÄŸretici, hem terbiye edicidir

H24 / Makale / Ali BULAC

Kant, kendinde ilkeyi benimsediÄŸimizde, ahlaki normu kendimizde gerçekleÅŸtirebileceÄŸimizi, genel olarak insanlığın yararına seçimde ve eylemde bulunabileceÄŸimizi düÅŸünüyordu. Ancak Kant, insanların yine de kendinde iyi eylemi seçmeyeceklerini biliyordu. Geriye Tanrı’nın inayetinin ortaya çıkmasını beklemekten çıkar yol yoktu.

Kant’a göre Tanrı tabii afetlerle insanı terbiye eder. Kant’ın bu fikrini tabiat olayları yanlış kullanıldığında “suçluya ceza, sonrakilere ikaz-uyarı” ÅŸeklinde anlayabiliriz. “Ceza ve ikaz” terimlerini doÄŸru kullanmak lazım.

Bu deprem bir yönüyle ceza idi ama geçmiÅŸ kavimlerde anlatıldığı türden bir ceza deÄŸildi, öyle olsaydı, tek bir bina ayakta kalmaz, kurtulan tek bir ÅŸahıs olmazdı. Bir tabiat olayını böylesine yıkıcı bir afete çevirenler suçludur ve onların kahir ekseriyeti hayattadır; bunlar gerçek ÅŸahıslar ve mercilerdir ki, masumların da böylesi afetlerde zarar görmesi tam olarak zalimlerin suçudur (8/Enfal, 25).

Toplu verilen cezalarda isyan halindeki toplumu uyaran bir peygamberin bulunması, o peygamberin uyarılarını hakkıyla yerine getirmesi ve isyankârların “madem doÄŸru söylüyorsun, o zaman bizi kendisiyle tehdit ettiÄŸini azabı hemen getir” diye meydan okuması gerekir. GeçmiÅŸte toplu azaba maruz kalanlar ÅŸer’î (sosyo-politik ve ahlaki) yasaları ihlal ettiklerinden ihlalleri bilvasıta kevnî yasanın ihlaline yol açtı, böylece azaba müstahak oldular. Hz. Peygamber’in geliÅŸinden sonra artık bu türden azab gelmez (8/Enfal, 33). Fakat bu da garanti deÄŸildir, belki sadece 610-632 yılları arasına mahsus bir muafiyettir; ÅŸerir insanların tercihleri ve eylemleri sonucu bugün gezegendeki canlıların varlığı tehdit altına girmiÅŸ bulunuyor; mesela nükleer silahların kullanıldığı bir Üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonraki savaÅŸlar taÅŸ ve sopalarla olabilir ancak.

Tabiatta cereyan fiziki olay olan depremlere bizi varlığın, hayatın müteal/aÅŸkın boyutuyla yüz yüze getirmesi bakımından birer inayet gözüyle bakabiliriz. Hıristiyan teolojisinin frzettiÄŸinin aksine, bizi yıkıcı afetlerle varlığın aÅŸkın, öte ve bâtınî/enfüsi boyutuyla yüz yüze getiren günahkâr tabiatımız deÄŸil, acizliÄŸimizdir. Çünkü varlıkta, mesela kucağında yaÅŸadığımız maddi tabiatta meydana gelen fiziki altüstler sonucu uÄŸradığımız zarar ve hasarın önemli bir kısmından biz sorumluyuz lakin gücümüzün yetmediÄŸi olaylar da bir anda bize muazzam zarar ve hasar verebiliyor. Tepemize bir meteor düÅŸse ne yapabiliriz!

Kader ölçü, yasa, prosedür demektir; ihlal edildiÄŸinde ceza gelir bu da ilahi takdirdir. Ama rahmetli Sezai Karakoç’un dediÄŸi gibi “kaderin üstünde bir kader vardır.” 22 senedir Ä°ngiltere’de yaÅŸayıp oturum alamadığı için annesini babasını görmeyen bir Antepli tam deprem günü ailesini ziyarete geliyor ve o gece depreme yakalanıp vefa ediyor. Bu mülk aleminde iÅŸleyen kaderin üstünde onun ecelini tayin eden melekut aleminin kaderinin kazası deÄŸil mi? Ya da MaraÅŸ’ta görevli oÄŸlunu ziyarete giden Manisalı bir babanın o gece depremde vefat etmesi!

Hikmet gözüyle bakabildiÄŸimizde depremler bize aczimizi hatırlatır. Aydınlanma’dan bu yana insan tabiatı denetimi altına alabileceÄŸini, dilediÄŸi gibi üzerinde tasarrufta bulunabileceÄŸini düÅŸünüyor. Bilim ve teknolojinin yöneldiÄŸi hedef tabiat üstünde tahakküm ve tabiatın potansiyellerinden destursuz istifade etmektir. Ama yer kabuÄŸu kırılır, böylece kibrin ve Allah’a karşı müstaÄŸni davranmanın ne kadar boÅŸ ve aldatıcı olduÄŸunu öÄŸrenmiÅŸ oluruz.

Afete dönüÅŸmüÅŸ tabiat olaylarının vukuuyla bir anda hayat akışı kesilir, tul-u emel yapıp da plan ve projeler peÅŸinde koÅŸarken her ÅŸeyin birkaç saniye içinde sonlandığını anlarız. Gece yataÄŸa zengin girmiÅŸken, her ÅŸeyimiz elimizden gitmiÅŸ olarak sabahlarız. (Bahçe sahipleri gibi. Bkz. 18/Kehf, 42-44; Kalem, 17-33.) Bahçe sahibi servetine ve mülküne hiçbir gücün zarar vermeyeceÄŸini söylüyordu, gece aniden kopan ÅŸiddetli bir kasırga ile serveti hâk ile yeksân oldu.

Yine de afetler büsbütün zarar vermekle kalmaz, bize bazı ÅŸeyler öÄŸretir. Depremin en öÄŸretici hasletlerinden biri bize insanlığımızı hatırlatması oluyor. Ben “insan”ın zatının mahza iyiliÄŸe referans alınmasını doÄŸru bulmuyorum; insan özünde Allah’ın muradıdır ama aynı zamanda amorftur; iyiliÄŸe ve kötülüÄŸe de meyyaldır. KötülüÄŸü huy ve meslek edindiÄŸinde en vahÅŸi hayvanlardan daha vahÅŸileÅŸebilir. Depremin bunca yıkıcı etkiler yapmasının bir sebebi “vahÅŸi kapitalizm”in laik veya sahte dindarın ruhunu esir almasının sonucu deÄŸil mi?

Yine de diÄŸer canlılardan farklı olarak “empati” yapabilen varlıktır insan. Deprem sonrasında 3 ila 5 milyon arasında insanın yerinden olduÄŸunu, daha güvenli ÅŸehirlere göç ettikleri hesaplanıyor. 45 saniyede Suriyeli muhacir olmak yeterince öÄŸretici deÄŸil mi? Bazılar yine de ırkçılıklarına devam ediyorlar, böyleleri Allah’ın olaylar üzerinden insanı terbiye eden er Rab’bın öÄŸretme nimetinden nasip almayanlardır. Dahası ırkçılıklarına, milliyetçiliklerine pay almanın yoluna bakıyorlar. Åžu söylemi hep duyduk: “Milletimiz kendine has yardım severliÄŸiyle hemen harekete geçti, birbirimize kenetlendik.” Diyanet bile deprem haftasında “Milletimizin her türlü bela ve afetlerin hakkından gelen bir millet” olduÄŸunu hutbelerde okuttu. Oysa dünyanın her yerinden dini, kavmi, dili farklı binlerce insan Türkiye ve Suriye’ye yardıma koÅŸtu. Bunun bir açıklaması olmalı!

Hiç ÅŸüphesiz bu türden ÅŸiddetli, yıkıcı afetlerde Allah’ın “er Rahim (koruyan, esirgeyen, merhamet eden) ve el Muin (yaratıklarına yardım eden) isimleri tecelli eder. Bu tecelli sadece ÅŸu veya bu dinin dindarında deÄŸil, “dinsiz” olduÄŸunu zanneden ateistte, deistte veya agnostikte de açığa çıkar. Nasıl bir bebeÄŸe olan sevgimiz Allah’ın koruyucu rahmetinin eseri ise ve bebeÄŸin bir dizi sıkıntısı annesine mutluluk veriyorsa, sonuçta Allah’ın yarattığı insan olan ateistte de merhamet, esirgeyicilik ve yardıma koÅŸma duyguları uyanır, kabarır ve dünyanın uzak bir köÅŸesinden depremzedenin yardımına koÅŸar.

Bu durum tespiti sözüm ona inanmayana (inkarcı/kâfir) tuhaf gelebilir. Ne var ki, insan hangi inanç vaziyetinde olursa olsun, özünden kopamaz; insanın özü Nefha-i ruh’tur ve bu nefha kendisi kabul etmese de Allah’tandır. Ontolojik mecburiyetleri dolayısıyla ateizm, deizm, materyalizm, pozitivizm vd. inkar doktrinleri ruhun tümünü istila edemezler, bir kısmının üstünü örterler. Yeri geldiÄŸinde, mesela afet zamanlarında ruhta içkin olan merhamet kendini dışa vurur. Allah, insanı özgür yarattı, onun iradi tercihleri ahlaki ve sosyo politik alanlarla sınırlıdır, ontolojik olarak Allah’a bağımlıdır.

Bu açıdan “Ä°nsan zahirde muhtar, hakikatte mecburdur.” Cebriyecilerin hatası ontolojik olan zorunluluÄŸu sosyo politik ve ahlaki alana taşımalarıdır. Kaderiye ve Mutezile’nin hatası da sosyo politik ve ahlaki özgürlüÄŸü ontolojik alanı içine alacak kadar teÅŸmil etmeleridir.

Musibet zamanlarında bizi harekete geçiren ilk duygu afetzedenin yardımına koÅŸmak olur. Acırız, merhamet ederiz. Afetin vukuunda din, inanç, mezhep, etnisite/kavim, renk, laik-anti laik, sınıf, politik ideoloji, bölge farkı ortadan kalkar, doÄŸulu batılı, kuzeyli güneyli, kadın erkek hepimiz için söz konusu olan “Ademden ve Havva’dan kardeÅŸlerimiz” için üzülmek, acılarını paylaÅŸmak olur. Gücü ve imkanı olanlar deprem bölgesine koÅŸup ortak çabalarla arama-kurtarma, yardımda bulunma seferberliÄŸine katılır.

Varlık aleminde ve kucağında yaÅŸadığımız tabiatta her ÅŸey kendinde bir anlam ve amaç taşır. Hikmet/kalb gözüyle baktığımızda hayatın kendisinin bir mucize ve öÄŸretici ders olduÄŸunu görürüz. Hatırlayalım, bundan iki sene önce Pandemi’de aylarca evlerimizden dışarı çıkamadık, çıkmak istemedik. Evimiz bizim korunak alanımızdı; bugün ise evlerimizde kalmaya korkuyoruz. Her iki afet (pandemi ve deprem) evimizle ilgili algılarımızı tersine çevirdi.

EÄŸer tövbe edip yapıp ettiklerimizden nedamet getireceksek, yeni bir ahlak teorisi ve pratiÄŸi geliÅŸtirmeye ihtiyacımız var. Bugünkü durumda ne din anlayışımız ne seküler/laik görüÅŸümüz bir ahlak üretemiyor. Maruz kaldığımız musibetlerin sebebi bizim sosyo-politik ahlaksızlığımız, felsefi/kelami sefaletimizdir. SorumluluÄŸu ve suçu kadere yüklemek, Allah’a iftiradır.

Akıllı varlık yaratılan insan her zaman akıllı (rasyonel?) düÅŸünemez; melekut alemiyle olan ontolojik bağı onu yanlış iÅŸlediÄŸinde, kör bir kadere veya basit komplo teorilerine inanır. Pozitivistlerin determinizmi ile hurafecilerin kaderciliÄŸi aynı kapıya çıkar. Bugün 6 Åžubat depreminin “dış güçler” tarafından yapıldığına inanan binlerce insan var.

Mehmet Akif ne güzel demiÅŸ:

“KadermiÅŸ!” Öyle mi?

HâÅŸâ, bu söz deÄŸil doÄŸru:

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Belânı istedin, Allah da verdi… doÄŸrusu bu. T

alep nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,

MeÅŸiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?

“Çalış!” dedikçe ÅŸeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuÅŸturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!”

Bazıları da çaresizlikten kadere sığınır. Zarzor bir ev edinmiÅŸtir, binası hayli eskidir ve ondan evini boÅŸaltması istenir, gidecek yeri olmayan bu çaresiz insan bilmecburiye kader der. Böylesinin Hz. Ömer’in dediÄŸi gibi “bir kaderden baÅŸka kadere” gitmesini saÄŸlamak en baÅŸta yerel ve merkezi yönetimler, hali vakti yerinde olan zenginler üzerinde vecibedir; bir depremde enkaz altında kalırsa sorumlu kendisi veya kader deÄŸil, yerel ve merkezi iktidar ile ona karşı duyarsız kalan servet sahipleridir.

Yüce Allah deprem üzerinde tabiata (99/Zilzal, 5), arı üzerinden canlılara (16/Nahl, 68) ve peygamber üzerinden insana vahyeder. Vahiyler arasında çatışma olmaz; çünkü kötü vahiy olmaz. Varlık alemi, canlı hayat ve insanlar arası iliÅŸkiler bu vahiyler sayesinde bir düzen ve bir harmoni üzerinde varoluÅŸlarını sürüdürler. Vahye muhatap olanlar arasında farklılıklar (muhteliflikler) olabilir ama çatışmaya dönük ihtilaflar olmaz.

Deprem veya baÅŸka afete dönüÅŸtürdüÄŸümüz tabiat olaylarını kendimiz asli gayemizle uzlaÅŸtırarak bu gezegende yaÅŸayabilmek için

Marifetünnefs ve maritullah yanında marifütlhalka önem vermemiz (bilimsel araÅŸtırmalar ve bulgular)

Ahlaki normlara sadakat göstermemiz

Hukuki kurallara riayet etmemiz

Ve bunları toplumun örfü haline getirmemiz (kültür) gerekir.

Ciddi bir öz eleÅŸtiriye (Muhasebe-i nefs) ihtiyacımız var, bunun da olmazsa olmaz ÅŸartı, ifade özgürlüÄŸünün güvence altına alınması ve saÄŸlanmasıdır. Herkesi susturan kendi suçunu ve kusurunu örtmek ister.

“Yeryüzü fesada uÄŸradıktan sonra salaha dönüÅŸebilir!” Bu bizim elimizdedir. Ehliyetsiz ve muhteris iktidarlar, yeryüzünde ekinin ve neslin helakına sebebiyet verirler. Düz arazide tarım yapacağına betondan kentler kurmak, tam da bu ayetin iÅŸaret ettiÄŸi helaktır:

“Ä°nsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına iliÅŸkin sözleri senin hoÅŸuna gider ve kalbindekine raÄŸmen Allah’ı ÅŸahid getirir; oysa o azılı bir düÅŸmandır. O, iÅŸ başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuÄŸu sevmez. Ona:“Allah’tan kork” denildiÄŸinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuÅŸatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (2/Bakara, 204-206.)

Sulh ve salah demek deprem ve başka konularda bilimsel verileri referans almak, uzmanlara kulak vermek, varlıkla yeni bir barış imzalamak, yeni bir nikah akdetmek demektir. Takva sağlam bina yapmaktır.

Ä°slam barışı dört boyutludur: Kendimizle barış, “öteki” ile barış, tabiatla, canlı hayatla, varlıkla barış ve nihayet Allah’la barış. Ä°ki buçuk sene içinde yönetimini fesattan salaha çeviren Emevi Halifesi Ömer bin Abdulaziz’e bu harikulade devrimi nasıl gerçekleÅŸtirdiÄŸini soranlara ÅŸu cevabı verdi: “Allah’la münasebetlerimizi düzelttik!”

YetmiÅŸ iki (72) yıllık hayatımda benim Kur’an vahyinden, Hz. Muhammed (s.a.)’in Sünnet ve Siretinden, kısaca Ä°slam’dan anladığım bu “silm, selamet ve teslimiyet”tir.

Ä°slam bir güvenlik, teslimiyet ve barış projesidir. GerçekleÅŸebilmesi bir ahlak olarak Müslümanların bireysel ve toplumsal hayatlarında yaÅŸaması lazım. Özel, sivil ve kamusal hayat bu ahlak üzere bina edilmedikçe Allah’ın muradı gerçekleÅŸmiÅŸ olmaz.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
https://www.facebook.com/rhvmimarlik/videos/557660301802778
Yazar Bilgisi

Ali  BULAÇ Ali BULAÇ h24habrgmail.com Tüm Yazıları

BENZER HABERLER