VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 10 September 2023 10:17:35

0 Yorum

Kez Okundu.

Lozan’ın Kaybedeni Kürtler

Lozan’ın Kaybedeni Kürtler

H24/ Makale Faysal Mahmutoğlu 

Lozan Antlaşması laik kesimce ‘zafer’ olarak nitelendirilirken, İslamcılar tarafından ‘hezimet’ olarak değerlendirilmektedir. Elbette bu tartışmalar, Lozan’ın devletin kurucu belgesi, bir nevi tapusu olduğu gerçeğini değiştirmez.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi olarak kabul edilen ve uluslararası niteliğe sahip olan Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalanıp uygulamaya konulduğunda, Sevr Antlaşması geçerliliğini yitirdi. TBMM, 23 Ağustos 1923 tarihinde onayladı. Osmanlı devletinin yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

10 Ağustos 1920’de Paris’te imzalanan Sevr Antlaşması’nın Kürtlerle ilgili bölümü şöyleydi: “Kürt bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; Kürtler dilerse bir yıl sonra Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, Kürtlerin devlet hayalini ortadan kaldırmakla yetinmiyor,Kürt topraklarının dört ülkeye (Irak, İran, Suriye ve Türkiye) bölünmesine uluslararası statü kazandırıyor.

Kürt toprakları, çok daha önce 17 Mayıs 1639 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi devleti arasındaki savaş sonrası imzalanan Kasrı Şirin Antlaşması’yla ikiye bölünmüştü.

1919 yılında toplanan Erzurum Kongresi’nde “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gündeme gelmiş, İslam unsurlarının kardeşliğine vurgu yapılmıştır ki, Kongre’nin 22 delegesi Kürt’tür. Amasya Protokolü’nde ise; ‘sosyal haklar bağlamında Kürtler için gelişim serbestliği ve ırk hukukuna izin verilmesi’ cümleleriyle adeta özerklik vaat ediliyordu. 1921 Anayasasında muhtariyet yolu resmen açılıyordu.

Sivas Kongresi’nde 12 kişiden oluşan başkanlık konseyinde İhsan Hamit, Sadullah Efendi ile Hacı Musa Mutki adlı üç Kürt bulunmaktadır.

Lozan Konferansı’na katılacak heyetin TBMM’nde oylandığı 3 Kasım 1922 günü, Meclis’te Kürtlerle ilgili ilginç konuşmalar yapılır. Kürt mebusların konuşmaları ve önerileri, Kürtler açısından oldukça düşündürücü dramatik bir tablo sergilemektedir.

Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse:

Mustafa Kemal’e yakınlığıyla bilinen Dersim Mebusu Diyap Ağa, “Hepimiz biriz. Ne Türklük var, ne Kürtlük. Hep biriz, kardeşiz… Dinleri, diyanetleri, kabileleri birdir. Ama düşmanlar bizi birbirimize saldırmak için tuzaklar kuruyorlar. Bizim dinimiz, diyanetimiz birdir… La ilahe illallah Muhammedun Resulullah.” (Celal Temel, Mondros’tan Lozan’a Kürtler, s. 246).

İkinci olarak, annesinin Kürt olduğunu söyleyen Erzurum Mebusu Süleyman Necati yaptığı konuşmada Kürtlerin Türk olduğunu vurgular. Kürtlerin Turani bir kavim olduğunu belirtir ve kesin olarak Kürtlerin Türk olduğunu söyledikten sonra şöyle devam eder: “Tarihi tetkik edecek olursak görürüz ki, daima Türk ile Kürt beraber yürümüş ve İslamiyet tarihini beraber yapmışlardır. Ve bugün Kürt toplumunun kalbinde bu milletin tarihinden ve emellerinde başka bir şeyin yeri yoktur… Türklerle o kadar karışmışlar ki yekvücutturlar… Benim annem Kürt… Beni annemden nasıl ayırırsınız? Hülaseten, heyeti murahhassa’nın nazarı dikkatine arz ederiz ki, memleketimizde ırk ekalliyeti yoktur. Bunu icad edenler, maksatlıdırlar. Bunlar üzerinden münakaşa etmeye, sözünü dinlemeye dahi Kürtlerin tahammül edemeyeceğini en kati lisan ile söylesinler.” (age., s. 247)

Aynı gün, en ilginç konuşmalardan birini, Kürtlerin o dönemdeki en tanınan şahsiyeti Bitlis Mebusu Yusuf Ziya yapar. Kaderin bir cilvesi olacak Yusuf Ziya Bey Lozan Antlaşması’ndan iki yıl sonra Şeyh Sait isyanı gerekçesiyle asılıyor.

Yusuf Ziya Bey tarihsel yanılgının ortaya çıkardığı bir sondur.

Yusuf Ziya yaptığı uzun konuşmasında Antakya’daki 300 bin Müslüman Türk’ün Fransız mandasına bırakılmasını gündeme getirir, bunların Ermeni ve Dürzilerin insafına terk edildiğini vurgular ve devamla “Efendiler, gayemizi tayin ve tahdit eden Misakı Millidir. Suriye’ye tefrik edilen mahaller Misakı Milli hudutları dahilindedir…. Yine Misakı Milli dahilinde olan Kerkük, Musul, Süleymaniye ta Hanekin’a kadar bu mahaller Şark vilayetlerimiz bir bölümüdür. Bunları ayırmak Şark vilayetlerimizde bir nifak kaynağı uyandırmaktır….

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Avrupalılar diyorlar ki: Türkiye’de yaşayan ekalliyetlerin en büyüğü en kasretlisi Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mebusu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametini, istiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr parçası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bize hak vermek isteyenlere iade ettik…

Son olarak Heyeti Murahhasımızdan rica ederim ki, Suriye’de terk ettiğimiz hudutları kurtarsınlar. Bu memleketin, bu vatanın eczası, en mühim parçası olan Kerkük’ü, Süleymaniye’yi, Musul’u unutmasınlar.” (a.g.e., s.249).

Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit Kansu “Ben Kürt vekilim” demekteydi. Şeyh Said İsyanında Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı olarak Şeyh Said ve arkadaşlarını idam ettirdi.

Bu konuşmalarla yetinmeyen Kürt vekiller, Türk-Kürt birlikteliğine vurgu yapan önergeler veriyorlar. Biz ayrı bir millet değiliz diyerek Batılıları suçluyorlar. Bu da doğal olarak Lozan’da Türkiye’yi temsil edecek delegasyonun işini kolaylaştırıyor.

Lozan Barış Konferansına Türkiye’yi temsilen Heyeti Murahhasa Riyasetine, Hariciye Vekili Edirne Mebusu Ferik İsmet Paşa, murahhaslıklara da Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekili Sinop Mebusu Doktor Rıza Nur ile İktisat Vekili Sabıkı Trabzon Mebusu Hasan Hüsnü seçilmişlerdir. Danışman olarak da Adana Mebusu Zekai, Saruhan Mebusu Celal Bey, Diyarbakır Mebusu Zülfi Bey ile Burdur Mebusu Veli bey gönderilmişlerdir.

Lozan görüşmelerinde Kürtlerin isminin geçtiği tek oturum, Musul sorununun konuşulduğu oturum olmuştur. İsmet Paşa Musul’un Kürt yoğunluklu olduğunu, bu yüzden Kürt mebusların isteği üzerine Türk hükümetine bırakılmasını talep etse de İngiliz delegasyonundan Lord Curzon “Kürtler İrani bir topluluktur, Türklere benzememektedir” diye itiraz etmiştir.

Lozan’da Musul konusu tartışılırken taraflar, Musul ile ilgili olarak çeşitli veriler ortaya koyarlar. En çok dikkat çeken de nüfus verileri olur. Tutanaklara göre İngiliz heyetinin verdiği sayılar: (Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil 1921 verileri) Kürt 454.720, Türk 65.895, Arap 185.763, Hıristiyan 62.225, Yahudi 16.865 toplam 785.468. Türk heyetinin verdiği rakamlarda 170 bin Kürt göçmen hariç tutuluyor. Kürt 263.830, Türk 146.960, Arap 43.210, Yahudi 18.000, Gayrı Müslim 31.000, toplam 503.000 (a.g.e., s.263). İki taraf da Musul’da Kürt nüfusun çoğunlukta olduğunu söyler. Bu rakamlar Musul’un Kürdistan’ın bir parçası olduğunun tescilidir.

Lozan Barış Konferansı’nın 12 Aralık 1922 tarihli “Azınlıkların Korunması” başlıklı oturumunda ilk kez “Kürdistan” kavramı telaffuz edilmiştir. İngiliz delegasyonu başkanı Lord Curzon, “Nasturi ya da Asuri Hıristiyan topluluğu”ndan söz ederken “Kürdistan dağlarının çeşitli yerlerinde” de yaşadıklarına dikkat çekmiştir.

Azınlıklar için genel güvencelerin konuşulduğu oturumda Türk delegasyonu “Kürtler kaderlerinin Türklerin kaderiyle ortak olduğu tezini savunmuşlar ve sonuçta azınlıklar olarak sadece Gayrı Müslimler ifade edilmiştir. Lozan görüşmelerine katılan Diyarbakır Mebusu Zülfi Bey azınlık haklarının konuşulduğu gün İsmet İnönü’nün telkiniyle ‘başım ağrıyor’ diyerek görüşmelere katılmamıştır. Bilahare “Sağırın o kadar bedbaht olacağını tahmin edemedim” dediği ve nedamet duyduğu anlatılır.

İsmet İnönü, Kürtleri de temsil ettiğini söyleyerek onları da bir Türk kavmi olarak sahipleniyordu. Böylelikle bir azınlık olarak bile Kürtlerin Lozan’da kabul görmemesini sağlamıştır.

Kürtlere, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşın galipleri tarafından görünüşte tanınan ‘kendi kaderini tayin hakkı’ aynı güçler tarafından iptal edildi ve Kürt sorunu uluslararası bir sorun olmaktan çıkartılarak, sınırları içinde kaldığı devletlerin bir iç sorunu haline getirildi. Böylece uzunca bir süre Kürtler uluslararası politikanın ne öznesi ne de nesnesi olabildiler.

Lozan’ın imzalanmasından sadece yedi ay sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla (Mart 1924) dolaylı olarak, onun ardından da Şark Islahat Planı’yla (Eylül 1925) Kürtçe doğrudan yasaklandı. Bu yasak günümüze değin kesintisiz süregeldi.

Dahiliye Vekili Cemil Uybadın; “Şark, umumi valilikle ve müstemleke usulüyle yönetilmelidir” tezini dile getirmiş, Orgeneral Fevzi Çakmak 1931 Dersim Raporunda “Türk toplumu içerisinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra yavaş yavaş Türk hukuku uygulanmalıdır” demiştir. Ubaydın ve Çakmak’ın önerdiği yönetim şekli ve hukuk sitemi hep uygulanagelmiştir. Kürtler sistematik bir asimilasyona tabi tutulmuşlardır.

Yüzyıldır Kürtler hala Lozan Antlaşması’nın sonuçlarından doğan sorunlarla uğraşmaktadır. Kürt coğrafyasının parçalanmış hali olduğu gibi duruyor. Dört parçadaki Kürtlerin kendi topraklarında özgür olarak yaşama mücadelesi devam ediyor. Bu uğurda ziyadesiyle bedel ödüyorlar.

Yüzyıldır, bölge devletleri gerektiğinde ittifaklar kurarak Kürtlerin bir statü elde etmesine mâni olmaya gayret göstermektedirler. En son örneğini Irak Kürt Bölgesi Federal Yönetiminin 25 Eylül 2017 tarihinde yaptığı bağımsızlık referandumunda gördük. Erbil yönetimine adeta kan kusturdular. Dört parçanın herhangi birinde statü sahibi olmalarının diğerlerine kötü örnek olacağı düşünülüyor.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER