VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 12 November 2023 21:43:17

0 Yorum

Kez Okundu.

Filistin Sorunu Edward Said

Filistin Sorunu ve Edward Said

H24/ Makale Faysal Mahmutoğlu 

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı BM sözleşmelerinde güvence altına alınmış olmasına karşın Kürt ve Filistin halkının bu hakkı, emperyalistler ve iş birlikçi rejimler tarafından engellenmiştir.

Esasen Kürt ve Filistin sorununun temelleri, yüz yıl öncesinde Sykes Picot antlaşması (Kürdistan’ın paylaşımı) ve Balfour Deklarasyonu (Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması) ile atılmıştır.

Britanya savaş kabinesi Kasım 1917’de Lloyd George’un başbakanlığında toplanmış ve Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un önerisiyle Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması kararı alınmıştır. Alınan bu karar tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçiyor.

Irak Kürdistan Bölgesi’nde 2017’de yapılan bağımsızlık referandumuna ABD, Türkiye ve İran karşı çıkarken – ki, Türkiye ve İran, Kürdistan bölgesine yönelik ambargo uygulayarak açlıkla tehdit ettiler

İsrail, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı olan bağımsızlık referandumunu destekledi. Filistin halkının bağımsızlığını ise Türkiye ve İran desteklerken İsrail karşı çıkıyor. İsrail’in kuruluşunda günümüze değin temel politikası Filistin topraklarını gerek göç ettirmek yoluyla ve gerekse kitlesel imha ile Filistin halkından arındırmak oldu. Siyonist rejim, saldırganlığını gün be gün artırarak sürdürmektedir. Bu katliam serisi İsrail devleti henüz kurulmadan başladı. Siyonist çeteler 9 Nisan’da, yani kuruluşundan bir ay önce yaptıkları saldırıda aralarında çocukların da olduğu 254 Filistinliyi katletti. Resmi olarak kurulduktan sonra da katliamlarına ve toprak ilhakına devam etti. Filistin halkı İsrail devletinin kuruluş günü olan 14 Mayıs’ı haklı olarak el Nakba yani felaket günü olarak adlandırdı. Günümüzde neslimiz çaresizce ikinci Nakba’ya tanıklık ediyor. İşgalci devlet, kurulduğu günden bu yana BM’nin Filistin ile ilgili aldığı hiçbir kararı uygulamamış ve buna rağmen herhangi bir yaptırıma maruz kalmamıştır. Adeta imtiyazlı devlet statüsündedir.

Savaşlar sadece savaşanları değil; inançların, ideolojilerin, kimliklerin ve bütün insanlığın sınandığı zamanlardır. İnanç eksenli bakışlar, sınavın kaybedilmesinde başat rol oynar.

75 yıldır İsrail’in uyguladığı savaş suçunu görüp Hamas’ın 7 Ekim saldırısını görmezden gelmek sağlıklı bir bakış açısı olamaz. Aynı şekilde 7 Ekim’i milat olarak alıp İsrail’in soykırımına meşruiyet arayışına girmek, önemsizleştirmek soykırım suçuna ortak olmaktır.

Yaşanılan süreçte bu tarz tartışmaların pratikte bir zemini ve değeri kalmadı. Söz konusu olan, Filistin halkının geleceği, Filistin toprağının işgali ve Gazze’nin insandan arındırılmasıdır.

Batı, olayı Hamas meselesi olarak ele alıp, Filistin sorununu dünya gündeminden silmeye çalışıyor. Maalesef İsrail saldıran değil saldırılan bir güç olarak görülüyor. İsrail’in müdafaa hakkı adına soykırıma mazeret uyduruyor

Hamas’ın güçlenmesinin arkasında İsrail’in olduğu tezlerinin amacı, uluslararası meşruiyeti olan Filistin davasını kriminalize etmektir. Diğer bir ifadeyle, Filistin davasının meşruiyetini sorgular hale getirmeyi amaç ediniyorlar.

Karl Marx, başka bir halkı ezen halk özgür olamaz der. İsrail’in fert başına düşen milli geliri 55 bin dolar olmasına karşın mutlu ülkeler listesinde yer almamaktadır.

Filistinlileri ezmek, katletmek, yok saymak, kolonyal siyaset gütmek, İsrail’i güvenli bir liman haline getirmedi. Filistinlilerin haklarını vermemek, Filistinlilerle birlikte İsraillilerin de hayatını cehenneme çeviriyor.

Irkçı otoriter yönetimlerin bildiği tek şey halklarını militarize ederek sivil çözümleri alternatif olmaktan çıkarmaktır. Şiddeti yücelten, kutsayan bir yönetim sergiliyorlar. Netanyahu ve diğer Ortadoğu diktatörlerinin yaptığı da budur.

Militarize olan halk da kendi yönetiminin zulmünü alkışlıyor, farklı etnisiteleri terörist veya bölücü görebiliyor, başka mazlum milletler için ise gözyaşı döküyor.

İsrail’in ahlaki değerleri yok eden saldırıları karşısında İslam dünyası hamaset üreterek çaresizce seyrediyor. Günahlarını Filistin şalıyla örtmeye çalışıyorlar.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Arap Birliği ve İslam Konferansı İsrail karşısında yok hükmündedir. Kürdistan bölgesine uyguladıkları ambargoyu İsrail için devreye sokmazlar. Filistin davası denilince akla gelen ilk isim Edward Said’dir. Bugün yaşasaydı söyleyeceklerini dikkatle takip ederdik. Filistin sorununa nasıl bakmamız gerektiği hususunda ufuk açıcı olacaktı. İsrail devleti kurulurken Filistin’de Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Said, çocukluğundan itibaren vatanından uzakta sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Çağımızın en önemli entelektüellerinden biriydi. 1978 yılında yayımladığı “Oryantalizm/Şarkiyatçılık ” isimli eseri, Batı’nın Doğu’ya hastalıklı bakışını anlatan vazgeçilmez bir eserdir. Hayatını Filistin meselesine adadı. 2000’de Lübnan’ın güneyinde İsrail’e doğru fırlattığı taş hafızalarımıza kazındı. Said, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığının gerçekliğine sıklıkla değinir ve şunun altını çizer: “ Amerika olmasa İsrailliler bu yaptıklarının hiçbirini gerçekleştiremezler.”

Sürekli işgal, yayılmacılık ve savaş politikasını şiar edinen bir devletin yayılmacı politikası karşısında Filistinlilerin yetersizliğine atıf yapar. Özellikle yönetim zafiyetine vurgu yapması günümüzde haklılığıın bir kez daha ortaya çıkardı.

Edward Said, akılcı bir yol önerir sürekli: Filistin’in “entelektüel önderlik” yoksunluğundan söz ederken şu tespitte bulunur: “Bizim ihtiyacımız, disiplinli bir şekilde baş aktörlere odaklanmak. Bunlardan birisi İsrail: bizler İsrail halkına hitap etmeliyiz. Bu yola daha önce hiç başvurmadık. İkincisi Amerikan halkı. Bizim safımızda yer alabilecek kesimlerine hitap etmek.”

1948’de İsrail devletinin kuruluşu ile başlayan katliam serilerinin tümünün tanığıdır Said. Oslo sürecine getirdiği eleştirinin haklılığı ortaya çıktı.

Oslo süreci, Filistinlilerin başlangıçta beklediği gibi topraklardaki askeri işgali sona erdirmek bir yana, bu işgali pekiştirmenin bir aracı haline geldi.

İktidarın istismar edilmesi, bürokrasinin çapraşık ve hileye açık yapısı, siyasal süreçlerin şeffaflıktan ve demokrasiden uzak oluşundan şikâyet ediyordu.

Said, Arafat’ın hayati önemdeki bir siyasal süreci tutarlı ve etkin bir şekilde yürütecek istek ve kapasiteye sahip olmadığını düşünüyordu. Arafat’ı dürüstlükten yoksun görüyordu.

Filistin sorununun uluslararası arenada tartışılmasına neden olan önemli bir aktördür. Bir uyanış bilinciydi aynı zamanda. Sivil itaatsizliği esas alan bir aktördü.

“Ortadoğu’nun Müslüman fundamentalistlerden ibaret olmadığı” vurgusu, tek parti tiranlıkları ve oligarşik yönetimlerden vazgeçme gerektiğine işarettir.

Yazdıkları, konuştukları ve eylemlerinin tümü Filistin odaklıdır. Filistin gerçeğine işarettir. Vatansızlığını Filistin gerçeğinde simgeleştirir.

Sürgünlüğü bir zenginlik olarak görür: “İnsan gerçekten göçmen veya sürgün olmasa bile, öyleymiş gibi düşünebilir” der.

Tek çözüm olarak iki uluslu devleti görür. Siyonizm karşısındaki duruşu, eleştirisi onu daha da popüler hale getirdi.

Hamid Dabash’ın şu tanımı Edward Said’in özetidir. “Çaresizlik dönemlerimizde akıl sağlığımızın kaynağıydı.”

NOT: Bu yazıda, Homi Bhabha ve W.J.T. Mitchell’in “Edward Said ile Konuşmaya Devam” kitabı (Koç Üniversitesi Yayınları) ile Cumhuriyet Kitap ekinden Feridun Andaç’ın Edward Said ile ilgili yazısından yararlandım.

Kaynak farklibakış

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER