VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 21 June 2020 21:29:49

0 Yorum

Kez Okundu.

Seriati’den Dinler Tarihi

Dinler Tarihi Ali Şeriati Notlar….

H24》Şeriatı 》Felsefe 

"İslâmî İrşad Kurumu'nda, dinlerden bahsedildiği zaman neticenin hangi dinin faydasına olacağı bellidir. Tarafsız ve ilmî kalamaz." Evet ama, eğer inceleme tarafsız ve garazsız, ilmî bir netice verirse o zaman onu mecburen kabul etmek gerekir. Zira ben, fikrî garaza karşı olduğum gibi, bugünkü âlimlerin söylediği ilmî tarafsızlığa da karşıyım. Zira düşmanlık ile tarafsızlık dışında üçüncü bir yol var. O da fikrî sorumluluktur.

Bu, muhtaç olduğumuz bir şeydir. Biz aydınlar veya bu toplumun eğitimli insanları tek başına sosyal bir grup değiliz. Aydınların en büyük hatalarından birisi, kendilerini toplumun özel bir grubu, kesimi veya sınıfı olarak görmeleridir. Bu "entellektüelin alinasyonu"dur. Eğitim gören insanın, yavaş yavaş kitapların, bilgilerin, araştırma yaptığı konunun içi ne oldukça fazla dalması ve batması mümkündü. İlmî, edebî, dinî ve felsefî konularda çok titizleşiyor; olaylardan, gerçekler dünyasından, halkının ve toplumunun günlük hayatından uzaklaşıyor, onlara yabancılaşıyordu.

Aydın, kendisini toplum ve zamandan soyutlanmış, ayrılmış bir grup olarak hissediyordu. Bu ise, entelektüelliğin bir hatası ve hastalığının sonucudur.

Bizim ilk önce kendimizi ve kültürümüzü, şu anda elimizde olan yıkılmış ve donmuş şekliyle değil, kaynayan, coşan bilinç ve fikrî hareket yaratan bir ideoloji şeklinde değil, belki gürültüsüz, tezahüratsız, çok sade ve samimi ders yaparcasına çalışmamız gerekir. Şu anda sözkonusu olan mesele, bugünkü insanın yenilgisidir. Bugünkü insanın heyecanlı bütün ideallerinin yenilgisi. Ansızın haçlı seferleri geldi. Dünyanın bütün kapalı ve eski dar duvarları parçalandı. Yeryüzü kainatın merkezi, gökyüzü tavan olmaktan çıktı. Lizbon ve Cenova dünyanın ortası ilan edildi.

O tarafta Amerika keşfedildi. Bu tarafta bütün doğu, İran, Arabistan, Türkistan, Hind, Çin... Diğer dinler gelip bunlara karşı boy gösterdiler. Haşmetli tarihler, zengin ve çeşitli medeniyetler, daha büyük ve güçlü kültürler; düşünceler; inançlar, ideolojiler, bi'setler, toplumlar ve diğer her şey sarsıldı.

Düşünce hürriyeti, hareketli kültür, değişken ruh; İslam medeniyetinin, hür içtihadın, İslam dininin ve toplumunun birkaç nesil boyunca Hristiyan halk kitleleri ile temasta bulunması, Ortaçağ'ı değiştirdi. Hristiyan alemindeki dogma, taassup ve dar görüşlülük yıkılmış oldu. "Mukaddesata" itiraz başladı (Protestanlık). Sonra hareket, değişme ve yeni medeniyet. Haçlı seferleri, Orta Çağ boyunca durgun olan Batı Hristiyan aleminin ansızın iki farklı cepheden saldırıya uğraması neticesini doğurdu. Antimarksistler sosyolojide illiyeti (nedenselliği), ya inkar ediyorlar veya başarısız bir şekilde, üretimde düzensiz ve iktisatsız bir alt yapı önerip diğer bir faktörü onun yerine koymaya gayret ediyorlar.

Irk, coğrafya, tabiatla savaş, içgüdü, kültür vb. gibi faktörler. Ama ben, tarihin bütün sosyal devreleri için hepten bir kanuna inanmıyorum. Bedevi toplumlarda (kabilelerde) coğrafyanın tam etken olduğuna inanıyorum. Coğrafya, toplumun yapıcı ve tayin edici alt yapısıdır; toplum kurumlarının, bu cümleden olmak üzere iktisadın tayin edicisidir. Orta çağ Avrupa’sının alt yapısı feodalizm, itikadı üst yapısı ise din idi.

Dünya görüşü, ahlak, felsefe ve gelenekleri bir araya toplayan, açıkla yan ve takdis eden Katolik mezhebiydi. Katolik mezhebi, bunların sosyal düzene uygun olmasını sağlamaya çalışıyordu. Zira topluma hakim olan resmi dinler, daima bilinçli veya bilinçsiz olarak böylesi bir fonksiyonu üzerlerine almışlardır.

Eğer böylesi bir düzene aslında aykırı olmuşlarsa, egemen düzenin boyutlarından biri olan resmi temsilciler grubu eliyle çirkinleştirilip, tahrif edilmiş ve sonuçta istenilen sosyal düzene uygun olacak şekle getirilmişlerdir. Mesih'in dini, Avrupa'da sağlam olmayan bir sıfatla dağınık feodalite unsurlarını bir araya topluyor, birbirine bağlıyor, çeşitli feodal kesimlerden bir Hristiyan ümmeti meydana getiriyor. Feodalite kapalı bir düzendir.

Aristokrasi, gelenekleri ve adetleriyle büyük bir mülkiyet; efendiler ve halk çelişkisi. Kapalı bir düzen ve dış yüzü toprağa bağlı. Bizim köye yakın bir köyün bir ağası var, zavallının durumu da iyi değil. Bir çift sebilden başka bir şey kalmamış. Köyün halkı önceleri onun raeyası idi, onun sayılıyorlardı. O büyüklük onların zihinlerinde hâlâ var. Onlardan biri bana şöyle diyordu: "Siz yabancı ülkelere gittiniz, oralarda da bizim bu Hacı Ağa'yı konuşuyorlar mı?" Ondan bahsediyorlar mı? Bu adamın gözünde dünya, ortasında Hacı Ağanın bulunduğu büyük bir saraydan ibarettir; yukarıda da Hacı Ağanın Allah'ı vardır.

Orta çağ'da böylesi bir toplum vardı. İki unsur geldi, hem Orta çağın dünya görüşünü hem de orta çağın kapalı ekonomik üretim alt yapısını açtı. İki unsurdan biri, feodalitenin zirai üretim sistemi bünyesinde hızla gelişen burjuvazi hareketi, diğeri ise, materyalist dünya görüşünün yeni aydınların düşüncesine vurduğu darbeydi. Bunların her ikisi birbirinin sebep ve sonucudur. Para ile yapılan alış-veriş, mal takasının yerini aldığında, orada burjuvazi meydana geliyordu.

Bu dükkâncı ne iş yapıyor? Geliyor, şehirden veya diğer çevre köylerden para ile yeni çeşitler satın alıyor (çünkü parası var) getirip bu köyde halka sunuyor. Bu malların tüketiminin, bu köyde henüz bir geçmişi yoktur. Halkın zevkleri yavaş yavaş değişiyor. Halk bu elbiselerle, eşyalarla, yiyeceklerle ve yaşayış gereçleriyle tanışıyor, bunları satın alıyor. Böylece dükkâncı köye yeni bir tüketim sokmuş, fakat yeni bir üretim getirmemiştir; masraf yenidir. Ama küçük mülk sahibi (feodal) veya ailesi şimdiye kadar paralarını biriktiriyor, fazla arazi satın alabiliyor, mevcut mülk ve arazilerini daha mamur yapabiliyor, fazla sürü alabiliyor. Mekke, Kerbelâ ve Meşhed'e gidebiliyor veya düğünler, şenlikler yapabiliyor, bahşişler veriyorlardı. Şimdiyse bütün o paralar, bütün o topraklar, hatta bütün o sürüler yavaş yavaş bu dükkâna gidiyordu.

Kendisinin elbisesi değişiyor. Cübbeyi çıkarıp, ceketli ve pantolonlu oluyor. Hanımı âdi pamuktan olan çarşafı bir kenara atıp, şehir çarşafı giyiyor. Sonra davetlerin ve ziyafetlerin şekli değişiyor. Evinin döşemesi değişiyor. Evinin binası ve yapı şekli değişiyor, sonra şivesi değişiyor. Üretiminden başka, yavaş yavaş her şeyi değişiyor. Tüketim hızla yukarı çıkıyor; üretim ise, klasik bir biçimde düşüyor veya en azından sabit kalıyor.

Dükkâncı borcumuzu hesap defterine yazıyor. Peşin alabilmemiz mümkün değil deyip, borç alıyoruz. Borcumuz yavaş yavaş üç bin, dört bin beş bin tümene ulaşıyor. Böylece, ikinci sene daha fazla tüketim oluyor, daha çok mal sunuluyor. Dükkânın mal listesi artıyor, taksit artıyor. Devamlı Hacı Ağa'nın ambarına giden harmanım şimdi birden Mirza'nın dükkânına gidiyor! Mesele, bu ailenin bir sene boyunca yapmış olduğu tüketimdir. İkinci sene, tüketim daha çok artıyordu. Ama üretim ve harman sabittir, artmamıştır. Dükkâncıya iki bin tümen fazla verirse, kendine harmanın dibi kalıyor ve ödeyemiyor.

Gelecek yıla devrediyor, vakti gelince o yılın masrafı da eklenince tekrar dan artıyor. Üçüncü yıl, dördüncü yıl, devamlı borç, devamlı taksit, devamlı daha çok ve daha çeşitli tüketim ve masraf. Mahsul artık dükkâncıya cevap veremiyor. Arazinin tapusuna el atıyor. Bağ gidiyor, koyun gidiyor, parça parça mülk gidiyor. Yeni tüketim ve masraf hücum ediyor; bir dükkân iki oluyor, iki dükkân üç oluyor, hep boş ambarlar dolu dükkânlar. Hacıağa her gün içten tükeniyor, dükkâncı onu emiyor. Burjuvazinin tüketim güvesi, feodalitenin canına düşüyor. Bu sayın Hacı Ağa'nın mecbur kalıp gece yarısı köyden kaçmasına kadar devam ediyor. Yani feodalite yıkılıp, yerine burjuvazi geçiyor. Feodalitenin içinde, burjuvazinin meydana gelmesi denilen sosyolojik aslın anlamı budur. Burjuvazi yavaş yavaş gelişiyor, yeni bir tüketim meydana getiriyor.

Sonra tüketim düzenini değiştiriyor, feodalite düzenini zayıflatıyor, kendi düzenini daha da egemen kılıp burjuvazi devrimi noktasına kadar ulaşıyor. O feodalite döneminin özel bir ahlakı vardır: 1. Asilliğe dayanma, 2. Kapalı dünya görüşü, 3. Durgun hayat, 4. Sabit ve değişmez kurallar, 5. Asil, köklü ve değişmez sosyal gelenekler, 6. Donmuşluk, geçmişe tapma, ecdatperestlik, ailevi adet ve geleneklerle övünme, 7. Gayret, mertlik, cesaret, cömertlik, misafirperverlik, büyüklere saygı, fedakârlık, kavmi taassup, manevi değerlere sevgi... gibi kendine özgü ahlâkî değerlere genel bir dayanma.

Bilahare kuvvetli dinî duygu. Bu özellikler, bu dönemin ahlâkî hayatının bazı esaslarıdır. 8. Yenilikçilik ve yenilikte getirilmesine karşı duyulan korku. Değişim ve dönüşümden korku... Dışarıdan yüklenen unsurlara karşı daha çok direnme, kapalı feodalite dönemi toplumunun özelliklerindendir. Yeni olan hiçbir şeyi kabul edemiyor. Hatta süslenmesini bile değiştirmeye hazır değildir, korkuyor. Elbisesini değiştirmiyor, yüzünün süsünü değiştirmiyor boynunu vermeye hazırdır ama bıyığını vermeye asla! Geleneksel usul, âdetler, teşrifat, sosyal tören, milliyetçi duygular, ekonomik ilişkiler, ahlâkî meseleler de din vasıtasıyla destekleniyor, kutsallık kazanıyor. Efendiler ve halkın ilişkileri, geleneksel mülkiyet ilişkileri, sosyal ilişkiler, hatta giyinme, süsleniş, geleneksel hayat tarzı din aracılığıyla kutsallık kazanıyor. Bu kutsama, dinin resmi temsilcileri vasıtasıyla yapılıyor; bunlar egemen sınıfa bağlı olup, halkın efendilerine bağlanmalarını bile din vasıtayla temin ediyorlardı.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Gelenek, ahlâk, din, sosyal ilişkiler ve mülkiyet haklarının hepsi bir dokuya sahiptir. Dünyanın kutsallaştırılması, bu dönemdeki dini anlayan en büyük özelliklerinden biridir. Onun yenilik getirilmesine karşı direnmesi, yeni bidat ve hayatın değişmesine karşı çıkışıdır. İnsanî ruh, bu dönemde geçmiş ile övünmektedir. Ecdadıyla, babasıyla, dedesiyle, babaannesiyle, ailesiyle, ecdadının gelenek ve hatırasıyla övünmektedir. Eskiyi, her şekliyle korumak istiyor, onunla iftihar ediyor. Geçmişe tapmaktadır, ikincisi, yeniye karşı şiddetli direnme ve karşı koyma, gelecekten korkma. O halde feodalite döneminde duygular, ahlak ve ruh açısından iki temel esasa dayanmaktadır denilebilir: Geçmişle övünme veya geçmişe tapma ile gelecekten korkma yeniliğe karşı direnme. Gelişmiş dükkâncı ve burjuvanın tam aksine. Bu burjuva, o feodalin aksine köylü sınıfından çıkmıştır, şimdi orta sınıfı meydana getirmiştir. Bu orta sınıf, köylüden yukarıda, efendilerden aşağıdadır.

Ecdadı hanzade, ağazade, asilzade vb. lâkaplarla anılan kimseler değildir ve olmamıştır; kendi toplumunda bir kökü yoktur. Halk ona asil unvanıyla bakmıyor, alışılmış basit bir insan olarak bakıyor; sadece yeni bir işin esnafıdır, zamana yetişmiştir, yeni bir kesesi var, parası var, zengindir; ama şahsiyetsizdir, ailevî ve kan asaleti, şerefi yoktur; toplumun nazarında o bir "yeni yetmedir." Geçmiş yenilenen, geçmişin hatırasının zevk ve övünç verdiği feodal için geçmiş, artık hakaret sayılmaktadır. Max VVeber'in de dediği gibi, Avrupa coğrafyası Protestanizm ile kapitalizmin ilerlemesi arasında hayret verici bir uyum ve dayanışmanın olduğunu gösteriyor. Korkunç "Sen-barthelmi" gecesinde Katoliklerin Fransa'da onbin Protestanın başını kesmesi, aslında darbe yemiş feodal asillerin, eski değerleri inkâr eden burjuvaziye itirazı idi.

Feodal sınıfın hükümetinin devamını sağlamak için onları susturmaktı. Protestanlık, Hristiyanlığın (sonradan) paracı ve maddeci hali idi. Bu sırada realizm hareketi de genişledi. Yani maneviyatçı kafa yapılarından, irfanı duygulardan ve ahlâkî ideallerden dönüş, maddi hayatın gerçeklerine ve olaylara yöneliş. İktisadî hayatın, dünyacı ruhun ve zemimi görüşün asaletine yöneliştir. "Hakikati arama" esası yerine, Bacon'un bahsettiği "kudret isteği" aslının ilânıdır.

Natüralizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Radikalizm, Liberalizm (hürriyet, ama maddi içgüdüleri ahlâkî sınırlamalardan kurtarmak için hürriyet, rekabet ve ticaret hürriyeti, ticaretin gümrük sınırlamalarından ve sınırlayıcı kanunlardan kurtarılması hürriyeti), hatta Demokrasi (orta sınıf olan bur juvazinin, egemen sınıf olan asillerin yerine geçmesi) bilahare "fert ve menfaat" dini (individualizm ve otilitarizm) isimleriyle, bütün bunlar yeni doğmuş burjuvazinin konuştuğu yeni bir lisan idi. Burjuvazi Alimleri: Hatipler, gelenekçi sınıfa, eski asillere, yok olmak üzere olan dini ruhanilere bağlı kimselerdi.

Yeni burjuvazi sınıfına bağlı hatipler ve sözcüler, maddeci aydınlardı. Dolayısıyla ilmin din ile zıtlaşması, tesadüfi bir şey değildi. Bize ve bütün aydınlara şunları söylemeye çalışıyorlardı: Onaltıncı ve onyedinci asırda bir anda ortaya bazı dahiler ve aydınlar çıktı. Ansızın, ortaçağın alçalmış olduğunu, dinin el ve ayak kesen bir şey olduğunu anladılar(!) Dine muhalefet edilmesi gerektiğini ve toplumu kurtarıp bağımsızlığa kavuşturmak gerektiğini anladılar. Bilginler, bu yeni asır döneminde ansızın "aydmlandılar." O ilim, dinin sınırlamasından kurtuldu ve dinin hurafe olduğunu anladı.

Böyle bir şey ne oldu, ne de sosyolojik açıdan böyle bir şeyin olması mümkündür. (Çünkü) iktisadi bir köken, sınıfsal bir kök taşıması gerekir. "Hakikati tanımaya ulaşmak için yaşayalım" diyen, geçmişteki dinî parolanın aksine, şu slogan ortaya çıktı: "Hakikatleri tanıyalım ki güzel yaşayalım", "hayat için tüketim" sloganı "tüketim için hayat" oldu. "Asayiş temin etmek için, hayat araç ve gereçlerini yapmak" sloganı "hayatı yaşayış araçlarına feda etmek" oldu. Daha sonra "hakikati aramada ilim" yolunu değiştirip "kudret kazanmada ilim" oldu.

Bu sloganlar yeryüzünde daha iyi yaşamak için, burjuvazinin tüketim cennetini icad etmektir. Dini, aşk, tapma, fedakârlık, ahlâkî değerler, ruhî ve manevi yükseliş, kendini feda etme, şehadet, temizlik, dindarlık ve insanî mükemmelliğe mükâfat olarak ulaşacaksınız, dediği cenneti burjuvazi ve burjuvazi felsefesi, "biz onu yeryüzünde yapıyoruz" diyordu. Neyin yardımıyla? Bütün onların yerine sadece iki şeyle; "sermaye" ve "ilim".

Sermaye ve ilim el ele verip tekniği doğuruyorlar, teknik dinin yerine geçiyor. Maddî faydalanma. Para, iman yapmıyor; para, mal yapıyor. Eğer bütün ihtiyaçlarımız üretilen mallarla doyuma ulaşırsa, kendisi yeni ihtiyaçlar uyduruyor, onları tekrar kendisi gideriyor. Propaganda ne yapıyor? Evinizde oturuyorsunuz.

Maddî hayatınız için gerekli her türlü araca sahipsiniz. Sofranızdaki malzeme ve yiyecekler de yeterli. Evinizde yeterli mobilya ve mefruşat da var, hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Meselâ, evinizdeki radyonun veya televizyonun düğmesini açıyorsunuz, size yedi tane yeni sun'î ihtiyacı zoraki yüklüyor.

Ertesi günü malları satın almanız için sizi, eşinizi ve çocuğunuzu peşlerine gönderiyor. Sonsuza kadar yeni masrafların peşinden koşmanız gerekiyor. Burjuvazi, sadece tüketim mallarını üretmiyor ki hepsine sahip olsun, tüketim ihtiyacını da yaratıyor. Bununsa hiçbir zaman nihaî sınırı yoktur. Şimdi burjuvazi cennetinin gerçekleşmiş olduğu bir zamanda, gözlerimle üç asırdır ilmin, Samiri'nin paradan buzağısı olduğunu görüyorum.

Altından yapılmış ve aldatıcı bir şekilde, ama ruhsuz, ruhaniyetsiz, mânevîyatsız, yalancı, sahte banka parası ortaya çıktı ve ahmakları kendine secde ettiriyor. Şu anda kurulmuş olan, burjuvazi cenneti ne demektir? Bütün insanlar için değildir! Bu burjuvazi cenneti, bu tüketim hayatı, kapıdan ve duvardan Avrupa'nın yüzüne yağan bu nimet bolluğu, havadan gelmemiştir. Birbuçuk, iki milyar İnsanın açlık bedeli ile meydana getirilmiştir. Ama her halükârda kendisi için, yani Avrupa burjuvazisi için, üç asır önce yapılmıştır. Orada herşeyi bulmak mümkündür. Tanzanya elmasını, Mısır kenevirini, Kamerun kahvesini, Küba şeker kamışını, Cezayir şarabını, Hind çayını, Vietnam kauçuğunu, Ortadoğu petrolünü bulmak mümkündür. O halde bütün dünya, onların yeme, içme, yatma ve yiyecek çiftliğidir. Kur'ân'ın deyimiyle, tıpkı Adem'in ilk cennet bahçesinde "isyan etmesi" gibi. Herşeye sahipti, gönlü neyi isterse onu yiyordu, buna rağmen isyan etti. O, yasak ağacın meyvesinden yedi.

Tüketim hayatına bağlı olan bugünkü Batı insanı ve ilerlemiş burjuvazi hayatı, dünya emperyalizmi aşamasındadır. Bugün yaşlılığın ve yenilginin sonunda, yok olmayla yüzyüzedirler. Hile ve büyük cinayetlere giriştiklerini görüyoruz. Dün irtica, diktatörlük ve çürümüş aristokrasilerle mücadele eden, büyük Fransız devrimini yapan burjuvazinin, şimdi cellat ve katil olduğunu görüyoruz. Şimdi o, Faşizmi doğuruyor, milletleri yiyor, savaş, sömürü ve katliam yaparak ancak ayakta kalabiliyor. Bereşt şöyle diyor: "Bugünkü insan ilimden bıkmıştır.

Zira Faşizmi meydana getiren ilim idi" ve bunu insanlığa zoraki yükledi. Dünyada ilk defa insanlığın üçte ikisinin aç olması düzeyinde açlığı ilim meydana getirdi. Sınıfsal sömürü ve artık değerin yağmasını bu dereceye çıkaran ilimdir. Sömürüyü ilkel, basit ve açık şeklinden alıp bu kadar güçlü, derin, köklü ve şiddetli yapan ilimdir. Dünya milletlerinin kültürel sömürüsünü ortaya çıkaran ilimdir. Üçüncü dünyayı çirkin kurtların esiri kuzular yapan ilimdir... Evet yalan söyleyen ilim, dinin sınırlamasından kurtulmuş ama, şimdi de tanrılarını değiştirmiştir. Allah'ın yerine parayı kendi ilâhı olarak almış ve para için her işi yapmıştır. İnsanı çirkinleştirip, burjuvazinin sipariş ettiği şekle sokmuş tur!

Bugünkü insanın dine ihtiyacı, iki sorusuna cevap vermesi içindir: Birincisi, büyük bir manevî dünya görüşü vermesidir, Allame İkbal'in sözüyle: "Varlık âleminde, ruhanî bir tefsirin" anlatılmasıdır. Hür insanın yaptığı şekilde, egzistansiyalizmin dediği şekilde, -şu anda doğru söylüyor- kendisini onda yabancı ve meçhul hissetmesidir. İkincisi, yaşamak için insanın hedefine bir yön gösterilmesi veya icad edilmesi. Zira diğer bütün hayvanların aksine insanın en seçkin özelliklerinden birisi budur.

Diğer hayvanlar niçin yaşadıklarını anlamıyorlar. Ama, insana; yaşa dedikleri zaman, "hangi şekilde" diye sormadan önce, "niçin?" diye soruyor. Halka, dinin kendisine tarihimize, halkımızın hareketine ve toplumumuza karşı bir fonksiyona sahip olmuştur. Bu fonksiyonu göstermek gerekir. Bu unsur, dinler tarihini ve dinleri tanıma konusunu, yeniden ilmî bir şekilde baştan başlayarak gözden geçirmemizi gerektiriyor.

 

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER