VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 25 October 2020 01:05:52

0 Yorum

Kez Okundu.

Şehid Şeyhmus Durgun

 Mazlum Zindan Şehidimiz: Şeyhmus Durgun - “…

Şeyhmus gözlerimizin önünde gitti, çaresizliğimizden hiçbir şey yapamadık. Sadece kanlar içerisinde, kapıya kadar taşıdık. Allah-ü Alem ruhunu teslim etmişti. Şimdi gecenin bir yarısında, bir çığlıkla uyanıp; insan, sevdiğinin yerde upuzun kanlar içerisinde yatışıyla karşılaşınca, yaşadığı durumu izaha muktedirse, benden de izah bekleyin.” Şehid Şeyhmus Durgun…

‘Devletin Temel Nizamını İslam’a Uydurmak ve Türkiye’de İslam Devleti Kurmak istediği’, suçlamasıyla yargılandı ve 5 yıl hapse mahkûm edildi… Cumhuriyete tehlike görüldüğünden dolayı zindana atılan ve zindanda şehid edilen, Müslümanlardan sadece bir tanesi… Bu rejim, kendisine tehlike gördüğü herkesi…

Ya işkence ile şehid ederek… Ya para pul, mal mülk ile servete boğup, pasifize ederek… Ya kadın ve şehvet tuzağına düşürüp, pasifize ederek…

Etkisiz hâle getirip, yok etmekte… Şehid Şeyhmus Durgun; 23 Eylül 1979 tarihli Milli Gazete’nin Gençlik sayfasında yayınlanan Müslüman kimdir? başlıklı yazısının bir bölümünde: “Müslüman, kolaya değil zora, sefaya değil cefaya; refaha değil, işkenceye; savaşa değil, barışa; kötülüğe değil, iyiliğe; cehenneme değil, cennete talib olandır.” diyordu…

Evet… Şeyhmus Durgun: “…. Müslüman, refaha değil, işkenceye talib olandır;….” diyordu ve Rabbi O’na bu yolda, şehadeti nasib etti… Şeyhmus Ağabey’i ilk olarak yanlış hatırlamıyorsam, 1976 yılında tanıdım. Ben o yıllarda, İmam hatip Lisesi 5. sınıfta okuyordum.

Kendilerini sistemin sahibi gören zihniyet, hemen hemen her dönemde olduğu gibi; İslam’ı öğrenmek isteyenlere düşmanca bir tavır takınarak, hor görerek, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutuyordu. O yıllarda İmam Hatip Liseleri, direk üniversitelere giremiyordu. Yıllarca okuduğu derslerden, herhangi bir lisede, tekrar ‘Fark Ders Sınavı’na girip kazanmadan, üniversite imtihanına girmeye hak kazanamıyordu…

Rahmetli Erbakan Hocamız, CHP-MHP koalisyon hükümetine, bu ayrımcılığı ortadan kaldıracak bir kanun çıkartmayı başarmış; fakat o dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından, bu kanun veto edilmişti.

Bizler İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde okuyan öğrenciler olarak, ‘Vetoyu veto!’ boykot ve mitingleri, tertiplemeye başlamıştık. İşte o boykot sırasında, İstanbul İmam Hatip Lisesi önünde, ilk olarak görmüştüm Sevgili Şeyhmus Ağabeyimi…

Daha sonra Fatih Vakıflar Yurdu’ndaki odalarına giderek, kendisiyle dostluğumuz gelişti. MTTB’nin Cemaleddin Tayla Dönemi’nde İcra Konseyi Başkanlığı görevi esnasında, ilişkilerimiz gelişti. Tam o dönemde, Metin Yüksel ile birlikteliğimiz ve Fatih Akıncılarını kuruluşundan sonra; Şeyhmus Durgun Ağabey’in Yeşildirek Rüstempaşa Yurdu’na geçişiyle, bu yurda gidiş gelişlerde dostluğumuz ilerledi ve şehadetine kadar devam etti.

Rabbim, inşallah cennette de birlikteliğimizi devam ettirsin (Amin). Şeyhmus Ağabey’in bu dünyadaki hayat seyrini, kısaca şöyle ifadelendirebiliriz:

ŞEYHMUS DURGUN: 1954 yılında Diyarbakır’da dünyaya geldi. İlk ve orta tahsilini, Diyarbakır’da bitirdi. Daha sonra da, İstanbul Teknik Üniversitesi Genel Makine bölümünü bitirdi.

Yüksek tahsili sırasında, o yılların İslamcı Öğrencilerin merkezi durumunda olan MTTB’de, çeşitli görevler aldı. MTTB’nin yayın organları ÇATI ve MİLLİ GENÇLİK’te, idarecilik yaptı ve birçok konuda yazılar yazdı. Çatı dergisinde kaleme aldığı yazılardan birisi olan, 15 Nisan 1978 tarihli Bu Böyle Biline başlıklı yazısından dolayı; 163. maddeden, Devletin Temel Nizamını İslam’a Uydurmak ve Türkiye’de İslam Devleti Kurmak istediği için yargılandı ve 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Bundan dolayı tutuklanarak, önce Bayrampaşa Cezaevi’nde daha sonra da Çanakkale Kapalı Cezaevi’nde hapsedildi.

Çanakkale Kapalı Cezaevi’nde cezasını tamamlarken, laik rejimin gardiyanları tarafından, işkenceyle, 23 Ekim 1985 Çarşamba günü, şehid edildi. Şehidin naaşı 27 Ekim 1985 Pazar günü, çok sayıda arkadaşı ve ailesi tarafından, Çanakkale Kapalı Cezaevi yetkililerinden alınarak, 29 Ekim 1985 salı günü, Diyarbakır’da Et Balık Kurumu Camii’nde kılınan namazdan sonra, Diyarbakır Mardinkapı Asrî mezarlığına defnedildi.

Bu yazıyı, Mekke’den kaleme alıp gönderiyorum. Rabbim nasip ederse, bu gün birkaç Hac arkadaşımla; Rabbimizin Evine Beytullah’a gidip, Şeyhmus Ağabey’in ruhuna ithaf edilmek üzere, Kur’an okumayı ve arkasından da Şeyhmus Ağabey için, TAVAF YAPMAYI kararlaştırdık. ‘Mü’minlerden öyle erkek adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar; kimi bu uğurda şehid oldu, kimi de sırasını beklemektedir.

Onlar hiçbir suretle verdikleri sözü değiştirmediler.’ Ahzab Suresi – Ayet 23 Rabbim, bizleri de sırasını bekleyenlerden eylesin…

Amin.

Mehmet Ali Tekin

 

GÜZEL İNSANLAR BEYAZ ATLARA BİNİP GİTTİLER

Tam 16 yaşındaydım, duvarlara yazdığım “Şeriat İslam’dır, Anayasa Kuran’dır” tarzındaki bir slogandan dolayı 163. maddeden en ağır bendinden bana ceza kesmişti, zaman buldukça Mela Ali’nin arkasında safa duran kesilen kolunun intikamını benden alırcasına öfkelenen kolsuz hakim…

Depremle birlikte yıkılan cezaevinde, o zamanlar koca koca adamlar arasında takım elbise, beyaz gömlek ve yeleğimle büyük adamlığa özeniyordum. Cezamız kesildikten sonra rutin ritüel gereği dosya Yargıtay’a gidince, kararın belirlemesine kadar bizi serbest bıraktılar.

Cezamız kısa zamanda onaylandı ve bu kez de firari olma rolünü üstlendim. Van küçük bir şehir herkes tanıyor. Ufkunun geniş, vizyonunun günün şartlarına uygun olmasından dolayı göze batan Karayollarında çalışan bir Kırşehirli mühendis, İslamcılık skalasında kuşku dedikodusuyla önü kesilince, yeni arayışlar içerisindeyken, durumumdan haberdar oldu.

‘Kul sıkışınca, Allah bir yardımcı gönderir’ diyordum kendi kendime. Beni buldu ve o zamanın yerli-milli araçları arasında sayılan Tofaş marka aracına bindirip uzun yolculuğa çıkardı. Kırşehir’de babasının evinde bir gece kaldıktan sonra, hedefte İzmit vardı. İ

zmit SEKA Kağıt fabrikası müdürü Kemal Unakıtan bizim mühendisin yakın dostuydu. Yol boyunca bütün ısrarlarıma rağmen beni o fabrikaya yerleştirmek için adeta inat etti. Akşamüzeri fabrikaya ulaştık, kapıdaki güvenliğe sorduk…

Güvenlik, Unakıtan’ın Umreye gittiğini söyleyince yüreğime serin bir su serpilmiş gibi oldum… Planımız bu akşam ona misafir olmak ve sabah ben işe başlarken onun da geri dönmesi şeklinde kurgulanmıştı. Bu bozulunca beni aldı. İstanbul’a götürdü. Gece bir tanıdığına misafirdik. Sabah kahvaltıdan sonra MTTB genel merkezine gittik..

Mühendis arkadaşım durumu anlattı, genel başkan da bir mektup ile bizi Milli Gazete’ye göndermeden önce, ‘içinde olduğum durumu anlatıp onları endişelendirmem konusunda beni uyardıktan sonra’, dernekte birkaç Vanlının kaldığını haber verdi. Sonra bir baktım kardeşlerim ve amca çocuklarım. O günlerde gelmişler. Oranın çay ve temizlik gibi işlerine bakıyorlar. Toplu bir şekilde küçük bir odada kalıyorlardı.

Bana yeni bir yer buluncaya kadar orada kalabileceğimi söylerken, bir de baktım çay dağıtan kardeşim. Muhabbet Van’dan açılmışken, konuştuğunda yüzünden tebessüm eksik olmayan biri de “Ben de Şehmus, Diyarbakırlıyım!” diyerek kendisini tanıttı.. Memleket esintileri vardı.

Dahası Sami Efendi tarikatına bağlı olan genel başkanlarla ortak bir yanımız da vardı, Van’da Sami Efendi tarikatına mensup bir şeyhin, yani Yahyalı’nın halifesinin sohbetlerine de katılmıştık ve tutuklanmamız bu sohbetlerden birinin ardından olmuştu. Ama Şehmus Durgun’un dışında onlarla hiç barışık olamadık.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Yabancıydık, taşradan gelmiş köylüler gözüyle bakılıyordu, üç-beş cümlelik konuşmalarında bile hep resmiydiler bize karşı. Başka duygular bütün gerçekleri tuz buz ediyordu. Rüştü Ecevit, Cemalettin Tayla, Kasım Yapıcı ve çoğunlukla doktor olan arkadaşları neredeyse haftada bir genel merkezde toplanıyorlardı. Onların sofralarında da sohbetlerinde de biz yoktuk..

Aramızda duygularla çizilmiş kırmızı bir sınır vardı ve bu sınırı çoğu kez Şehmus abi için kaçak geçiyorduk. Muhabbetine doyum olmuyordu…

Üniversite döneminde caminin çevresinde yer alan Fatih Vakıflar Yurdu’nda ve Yeşildirek Rüstempaşa Yurdu’nda kaldığı sıralarda MTTB ile tanışmıştı.. Makine mühendisiydi ama o MTTB yönetiminde uğraş vermeyi, Çatı ve Milli Gençlik dergilerinin yönetimini üstlenerek, kültürel alanda bir nefes olmaya çalışıyordu

Erbakan hocanın şeyhi olarak da bilinen Mahmud Esad Coşan’ın İskenderpaşa cemaati ile Yahyalı cemaati olarak bilinen Sami Efendi arasındaki rekabet MTTB’yi de etkileyince MSP yeni arayışlar içinde oldu ve Akıncılar derneği hızla ülke çapında kuruldu ve bunun neticesinde alan kavgası başlamıştı. Daha önce MSP çevresinin desteğiyle oluşturulan yurt gibi imkanlar, MTTB’den alınmak isteniyordu, onlar da doğal olarak bu hakkı kendilerinde görüyorlar ve baskılara karşı direniyorlardı. Çekişme ideolojik değildi ama taleplere, kavga ve baskı da karışmıyor değildi.

Bir yurdu vermemek için gösterilen direnişte Şehmus Durgun ağır bir dayak yemişti.. İtibar kaybı endişesiyle hastaneye götürülmedi ve 20 güne yakın genel merkezde gizili tutularak derneğe bağlı doktorlarca ufak tefek yaraları tedavi edildi.. Bize anlamsız geliyordu.

Gazetede çalışmaya başladığım andan itibaren genellikle akşamları Fatih Camii çevresinde toplanan Metin Yüksel ekibine katılmıştım. Ve birkaç gün sonra da Fatih Kadınlar Pazarının içinde bekâr evlerinden bir oda kiralayıp oraya taşınmıştım.

Bazı geceler çocukları o sıcak odalarında ziyarete gidiyordum ve sırt sırta vererek uyuyorduk.

Tamamı birkaç katlı ahşap bekâr evinde ısıtmaya imkân tanıyacak ne baca ve ne de elektrikle ısınma imkânı vardı, dolayısıyla bir iki gece sıcak yerde kalmak çok hoştu. Şehmus Durgun o zamanlarda etkili bir kaleme de sahipti. Çatı dergisinde 15 Nisan 1978 tarihli “Bu Böyle Biline” başlıklı yazısından dolayı; 163. maddeden yargılandı ve Mayıs 1983’te 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tarihe not düşsün diye o günün bilinç seviyesiyle yazmış olduğu yazısını paylaşıyorum..

“Toplumda fertler; sahteyi hakiki, yalan ve yanlışı doğru, akı kara, çürüğü sağlam, kofu kavi görecek kadar ilim ve irfan yoksunu olarak cehaletin en alt derecesine inmiş; huzursuzluğu refah, rahatsızlığı zevk, nasihatçileri aldatıcılar, hakk ve hakikat yolcularını gerici ve yobazlar, düşmanını dost, tefeciyi yardımcı olarak görmekte. Hemen hemen herkes; inancından uzaklaştığı nispette huzur bulacağını zanneden bir delilik içinde.

Allah yakınını camilerin süpürgecisi gören, saçma bir şaşkınlık var. Halet-i ruhiyesini ve buhranını en korkunç derecede yaşamakta olan mevcut toplumda vazifesinin şuuruna varmış, davasını müdrik olanlar! Sizler.. Ne yapıyorsunuz? Neyle uğraşıyorsunuz? Nasıl, neyle, kimlerle kurtulacaksınız? Ya diğer şuursuzlar! Davasını idrakten yoksun Müslümanlar! Artık, şu hitapların muhatabı olamayacak mısınız? Olmayacak mısınız?

Sen Müslüman! Asırlar boyu insanlığın gerçek mutluluk meşalesini elinde taşıyan, onunla gönülleri aydınlatan, ruhları dirilten, akılları pırıldatan sen.. Öz inancından ayrılmakta, uzaklaşmakta toplumun içine düştüğü ıstırap ve kölelik uçurumundan çıkışının, esaretten kurtuluşunun Deccalsi ideolojilerce olamayacağını, olmadığını, düşünen kafanın, gören gözün, işiten kulağın, düşündüğünü, gördüğünü, işittiğini anla artık!

Sen Müslüman! Öldü sanılan, aslında korun külle kaplanışı gibi örtülen bir medeniyetin yeniden ışıldamasını, pırıldamasını sağlamanın; eskimez yeninin, yeniden, ufukta görülen yeni devirde hayata hakimiyetinin; toplumun bütün müesseselerinin yeniden inşasının ve ihyasının yolu ve yordamının, topyekun oluşun, yüzü suyu hürmetine yaratılanın tatbik ve takip etmiş olduğunu öğren artık!

Sen Müslüman! Bir zamanlar hayata hakim olan İslam'ın neden bu hakimiyetinin kalktığını, sebeplerinin neler olduğunu, Batı'nın şahsında bütünüyle küfrün tarih boyunca nasıl olduğunu, senin içine nasıl girdiğini, tarihin gerçek kalemlerinden, öz kültüründen, kendi düşünürlerinden, zehirle pişmiş aşı yemeye koşanın aşk ve vecdine eş bir aşk ve vecdle araştır artık!

Sen Müslüman! Bütünüyle toplumun içine düştüğü buhranın reçetesi olarak, Batı'dan uzatılanın sunuculuğunu yapan sahte aydınların ne olduğunu, neyi sunduğunu, sunulanın neden tabiatımıza uymadığını, ilk önce mutlak doğrular ve ölçüler fikriyatı İslam'ı öğrendikten sonra, dönüp didik didik edercesine incele; bütün foyalarını ortaya dök. İçyüzlerini apaçık göster artık! Sen Müslüman! Şiirin en güzelini, sanatın en saf olanını, edebiyatın katışıksızını, tarihin hakikisini, ilmin aslını; gerçek şairlerimizden, üstün sanatkarlarımızdan, kamil edebiyatçılarımızdan, sadık tarihçilerimizden al artık! Sen Müslüman! Namazın huşu ile kılınanına, orucun zevkle tutulanına, haccın aşk ile yapılanına, zekâtın sevilerek verilenine, inanışın sarsılmazcasına, dostluğun yıkılmazcasına, sadakanın gönülden koparcasına, takvanın üstüncesine, tevhidin katışıksızcasına, sevginin tutuştururcasına, şevkin koparırcasına, ibadetin bitmezcesine kavuş artık! Anla artık! Öğren artık! Araştır artık! Göster artık! Bil Artık! Kavuş artık! Yap artık! Sen anlamadıkça, öğrenmedikçe, araştırmadıkça, göstermedikçe, bilmedikçe kavuşmadıkça kurtuluşu bekleme!

Uyan, Müslüman uyan! Müslüman, uyan, uyan.” Ne yazık ki, o zamanın bilinç seviyesiyle ve zamanın son dönemlerinde MHP’ye katılan Necip Fazıl Kısaküreğ’in oluşturmaya çalıştığı Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü etkisiyle yazılmış bu kısa makaleden dolayı devletin 6 yıl ceza vermesinin muhatabı oldu..

MTTB genel başkanları birkaç dönem onu sürekli “yeni seçimde bizim genel başkanımızsın!” vaadiyle tutuyor gibiydiler. Benim olduğum bir-iki ortamda belki de bana duyurmak veya onun gururunu okşamak maksadıyla söylerken, onlardan duymuştum.

Yeni seçimde bu gerçekleşmeyince yönetimden ve dergileri yüklenmekten çekilmiş, Malta’da küçük bir bakkal dükkânını işletmeye başlamıştı. Bizim kaldığımız birkaç evden biri onun bakkalının karşısındaydı her sabah taze ekmek ve beyaz peynir alırken en az yarım saat muhabbet ederdik.

Çoğu zaman kahvaltı yaptıktan sonra okula gitmek zorunda kalan, Dr. Remzi Pakdemir’in tebessüm ederek fırça atmalarına maruz kalmıyor değildim. Biz gecelerin adamıydık. Dr. Remzi ve Edip Yüksel düşünce adamıydılar. İyi okuyan, pratik zeka sahibi iki düşünce insanımız..

İKO ekibinden Sedat Yenigün duruşuyla, yazdığı yazılarıyla ilkesel bir retoriğin manifestosunu inşa ediyordu. Abdulhamit Turgut ve güzel ekibi ise hem düşünce ve hem de pratik ekibiydiler.. Biz de kenarda köşede takılıyorduk. Sonra Kenan Evren askeri darbesi oldu, operasyonlar üzerine yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştım. O güzellikler hep geride kalmıştı. Şehmus Durgun uzun sürece yayılan mahkemesi sonrasında cezaya çarptırılmıştı.

Tutuklanarak, önce Bayrampaşa Sağmalcılar Cezaevi’ne daha sonra da Çanakkale Kapalı Cezaevi’ne sevk edildi. Çanakkale Cezaevi’nde faili meçhul/belli kişiler tarafından işkenceyle, 23 Ekim 1985 tarihinde yaşamına son verildi. Cenazesi 27 Ekim 1985 Pazar günü, Çanakkale Cezaevinden alınarak, Diyarbakır Mardinkapı Mezarlığına defnedildi.

Şeyhmus Durgun, cezasının bitmesine bir yıl kala, bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyordu: “İçeriye düşmeme sebep olan Çatı’daki yazıyı da o yıllarda yazmıştım. Mahkemesi epey sürmüştü. Nihayet 83’ün Mayıs’ında 6 yıllık cezayı çekmek üzere İstanbul Sağmalcılarda hapis hayatımız başladı. Epey geçti. Hapisten çıkmaya 15 ay 3 gün kaldı. 86’nın Temmuz 28’inde dışarı çıkacağım.

Anlayacağın pek bir şey kalmadı.” Hepisten canlı çıkmadı, çünkü ülke pelit ruhluların kuşatması altındaydı. Yargı bütün “faili meçhul” dediği olaylar gibi, onu katleden katilleri de bugüne kadar bulmama acizliğini beyan ederek, tarihe bir kara leke daha vurdu. 9.10.1985 tarihli son mektuplarından birinde ise şöyle yazmıştı: “Uzun müddettir bir şeyler yazmadım.

Hapishanenin halini tahmin edersin. Sıkıntı ve monoton bir akış günler boyu sürüyor. Binbir türlü halimiz oluyor. İyisiyle, kötüsüyle... Burada aldığımız haberlerle uğraşıp duruyoruz. Sanırım, çıkışa kadar böylesi şeyler olup durabilir. Ne yapabilirim ki... Hayatım devam ettikçe çok şeyler yaşayacağım. Bu herkes için böyle...

Güzel olan, hayatı iyi şeylerle geçirebilmeye çalışmak. Senin için, benim için.. Ve bildiklerimiz için...” Ne yazık ki bu güzel insanları sadece ölüm yıldönümlerinde hatırlamak gibi bir zaafımız var.. Her zaman hatırlamak, anılarını canlı tutmak vefa borcudur aslında.

Şehmus abi güzel insandı. Hayatın ağır bedellerini ödedi. Birçok insan gibi hayatını inandıklarına vakfetti…

/Yakup Aslan

 

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER