VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 04 December 2020 21:28:22

0 Yorum

Kez Okundu.

Deaş İslam ve Şiddet-3

DAEŞ, İSLAM VE ŞIDDET-3

Makale/Sosyolog/yazar/Müfid Yüksel

Bir yandan Hâricî anlayışın birebir eşlemeci düz mantığa dayalı Tevhidî dar alana hapseden akide ve idraksizliğinden gelişen Tekfirci ötekileştirme ve şiddet uygulamaları, bunun tarihimizde Katı Selefîlik, Kâdızâdelik gibi akımlara etkisi, diğer yandan önceki bölümlerde söz konusu ettiğim soğuk savaş dönemi totaliter ideolojilerinin militanlık ve ideolojik şiddet yöntemi, tüm bunların bir araya gelmesi bir kısım siyasal/radikal İslamcı akım ve gruplar üzerinde önemli etki oluşturdu.

Dahası, Hâricîlik/Tekfirciliğin, Tevhidi daraltan marjinal akidenin tarihten gelen etkisi ile, militarizmi ve ideolojik şiddeti öne çıkaran soğuk savaş dönemi totaliter ideolojilerinin etkisinin buluşup bileşke oluşturarak, "İdeolojik Tekfircili/Selefilik" diye nitelendirebileceğimiz bir kısım siyasal İslami hareketler üzerinde çok ciddi etki oluşturdu.

Yanısıra, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Arap yarımadasında ve Hicâz"da Selefîliğin en marjinal kolu olan Vahhâbi idaresinin hakim olması, Hâricî/Tekfirci anlayışın İslâm Dünyası"ndaki etkisinin süregelmesinin başlıca nedeni"dir. Ayrıca, 19. yüzyıl"da Mısır"da yeşeren Modernleşmeci-İslamcı çizgi, Muhammed Abduh"tan başlayarak, aynı zamanda Takiyuddin Ahmed Bin Teymiyye El-Harrânî ve talebesi İbn Kayyim El-Cevziyye ile özdeşleşen Selefî ekolle de bağlantı kurdular.

Bir yandan Mu’tezileliğin akılcı/Rasyonalist gibi gözüken (Kaderiyeci itikad, insanın kendi fiillerinin gerçek faili olması) inancını diğer yandan Katı Selefiliği, Tekfirci-Hârici marjinal akideyi tarihsel referans olarak alıp, atıflarda bulundular. Geleneksel Sünni anlayışa karşı verdikleri mücadelede tarihsel dayanaklar olarak refere edildiler. Dahası Muhammed Abduh"un öğrencisi Muhammed Reşid Rıza, tarihi referans olarak Katı Selefilikle bağ kurmuş bu yenileşmeci-modernleşmeci hareketi, "Öze, Tevhid’e ve Kur’an’a dönüş" hareketi olarak nitelendirmekteydi.

İslâm/Müslüman coğrafyasında, önceki yüzyıllarda üst üste gelen yenilgiler, Osmanlı Devleti’nin çöküşü, Sömürgeciliğin İslâm âleminde yaygınlaşması, ve buna dayanan ezilmişlik duygusu, İslâmî hareketleri salt dünyevi/seküler taleplere yöneltti. Bu daha çok iktidar talebinde, istencinde (Desire Will To Power) tezahür ve temerküz etti. Merhum Şehid Hasan El-Benna"nın (V.1948) 1929"da Mısır’da kurduğu Müslüman Kardeşler Hareketi İkinci Dünya Savaşından sonra, daha iedolojik bir örgütlenme içerisine girdi.

Tarihi referanslar olarak daha çok Katı Selefî ekole göndermeler yapan, bu ekolün temel prensiplerini itikadi bakış açısı olarak önemli oranda benimseyen bir hareket halini aldı. Hatta adını, daha sonra Suûdilerin ilk kralı olacak olan Abdülazîz bin Abdirrahman’ın başında olduğu Necd bölgesindeki "İhvân Fırkası" hareketinden mülhem olarak alır

 Hasan El-Benna ve arkadaşları temelde Sünni-Şâfiî ve Şâzeli bir köken ve gelenekten yetişen kimseler olmalarına rağmen, teşkilatlanma ve siyasi açılımlarında Necd’teki bu hareketi örnek alıp ilham almaları, Katı Selefi zihniyetin Müslüman Kardeşler Hareketine iyice sızıp, yer etmesine neden oldu. Hatta zamanla İhvân içerisinde Selefilikten, militan Selefilikten yoğun bir şekilde etkilenen Cemaatu’t-Tekfir ve’l-Hicre, Cemaatun İslâmiyye gibi İhvân’ı reddedip, İhvân’dan ayrılan katı Selefî/Tekfirci, militan çizgiye yönelen marjinal grup ve örgütlenmeler ortaya çıktı.

Bu marjinal grup ve örgütlenmeler, bugünkü El-Kâide, IŞİD/DAEŞ hareketlerinin öncüleri olmuşlardır. Bu tarz örgütlenmelerde, bu etki sonucu Tevhîd kavramını daraltan, bir şekilde bir yandan Haricî ekolün inanç temellerini, argümanlarını çağrıştıran, diğer yandan sloganik, militan, ideolojik ve manifesto gibi yaklaşımlarla tam da soğuk savaş döneminin ideolojik konjonktürüne oturan bir görünüm sergilenmekteydi.

Önceki bölümde izah edildiği gibi, Soğuk savaş döneminin, çatışmacı ve Üçüncü Dünyacı konjonktüründen etkilenen bir kısım Radikal/Siyasal İslâmcı akımlar, bu doğrultuda ideolojik çerçeve ve teorik zeminler oluşturdular. Tevhid, Cihad gibi kimi İslâmî kavramlar, bu yönde yeniden yorumlanarak totaliter ideolojik içeriklerle sunuldu. 60’lı ve 70’li yıllarda Sol ve Marxist ideolojinin Anti-Amerikancı ve Anti-Emperyalist söylemlerle yükselişe geçtiği dönemlerde, Radikal/Siyasal İslâmcı akımlar; öykünme psikolojisiyle, dini kavramları ideolojik,

Üçüncü Dünyacı içerik ve söylemlerle donattılar. İslam tarihinde, Emeviler döneminden, Kerbela Fâciasından beri süregelen kanlı olaylar, suistimaller, travmalar ve dışarıdan gelen istilalar İslam coğrafyasını sürekli hırpalar. Müslüman dünyanın Batı/Haçlı dünya ile karşı karşıya gelen, son büyük siyasi temsilcisi olan Osmanlı Devleti’nin zaman içinde, müesseseleri ile birlikte çöküşe geçmesi, bu minvalde Sünnî ve Sufî paradigmanın da, hilâfet, medrese ve dergâh kurumu başta olmak üzere tüm kurumlarıyla çöküşe geçmesi, 19. Ve 20. Yüzyıl’a damgasını vurmuştur.

Dahası, İslâm âleminin, Batı Dünyası karşısında yenilgiye uğrayarak dağıldığı bir dönem olmuştur. Yanısıra, Sünnî dünyayı, gelenekten gelen Ehl-i Sünnet ekolünü temsil edecek hilâfet başta olmak üzere hemen hemen tüm kurumların bir daha ayağa kalkmamak üzere, yüzyıldır, özellikle Türkiye Cumhuriyetinin eliyle sekülerleşme/laikleşme adına tasfiye edilmiş olması, Türkiye’de Müslümanlığın katı batıcı radikal reformlarla laik elit kesimlerce Müslümanlığın şehirlerden tümüyle kovulmuş olması çok ciddi bir dini otorite ve temsil boşluğu oluşturmuştur.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Aynı, zamanda Arap ülkelerinde, önce İngiliz, Fransız manda yönetimleri, ardından Mısır, Suriye ve Irak"ta sosyalizm soslu Seküler Arap milliyetçiliğine dayalı Nâsırcı-askeri-baskıcı yönetimler bu üç ülkedeki dini yapı/kurum ve otoriteleri, dini eğitim müesseselerini bir hayli zayıflatmıştır

. DAEŞ ve benzeri örgütlerin son yıllardaki eylemleri, Suriye ve Irak’taki, Kürdistan’daki, Kürt Meselesinin geldiği noktadaki rolleri DAEŞ’in İslâm dünyası içinde hangi emelleri gerçekleştirmek için oluşturulmuş olduğunu ele vermektedir. Esasen bu tür şiddet örgütlenmelerini, sadece/salt bölgesel iç dinamiklere bağlamak safdillik olur. Bu tarz oluşumlarda, iç ve tarihsel/toplumsal dinamiklerin yanısıra uluslararası büyük güç odaklarının, gizli servislerin dahlinin olduğu yadsınamaz.

Son yüz yıldır, tedhiş hareketleri ve gerilla örgütlerinin büyük gizli servislerle bağlantıları ve yönlendirilmeleri bilinmeyen bir husus değil. Bilakis on yıllardır artık alışkın/âşina olduğumuz vak’alar.. Hatta ilkin ideolojik emeller/amaçlar ve ideallerle yola çıkmış nice tedhişçi yapılanmaların sonradan nasıl sipariş/servis edilen eylemleri gerçekleştirdikleri bilinmektedir.

Bu örgütlerden bazılarının, para vs. karşılığında çok farklı devletler, gizli servisler için -taşeron firmalar gibi- gerçekleştirdiği fason eylemlerin çoğu uzun zamandır açığa çıktı. Afrika ve Güney Amerika’daki bir kısım gerilla örgütlerinin de ilginç finans bağlantıları zamanla ortaya çıkmıştı. Ruslar ve KGB tarafından yetiştirilmiş olan "Çakal Carlos" kod adlı, Fernando De Martinez, bir zaman sonra sipariş eylemler yapmaya yönelir. İran’dan Yasir Arafat"a kadar devletler/liderler tarafından eylemler için kiralanır.

Özellikle Orta Doğu’daki bir kısım militan ve tedhişçi gruplar, uluslararası gizli servislere ve güç odaklarına (devletler veya dev karteller) daha yakın olagelmişlerdir. Elbette ki, tedhiş hareketlerinin arkasında olan devletler veya başka güç odakları; devşirdikleri ya da oluşturdukları bu tür grupları daha çok, yeşermelerine zemini müsait olan ülke ve bölgeleri tercih ederler.

Afganistan gibi 1970’li yıllardan beri işgal ve savaşların hüküm sürdüğü ülkelerde, Afrika gibi fakirliğin kol gezdiği kıt’alarda ve Orta Doğu gibi siyasi/toplumsal fay hatlarının diri olduğu tarihi/merkezi bölgelerde zemini daha elverişli buldukları bir gerçek. Özellikle, Hârici/Tekfirci geçmişten gelen etkileri barındıran marjinal akideye mensup Katı Selefi ekolün, ya da akidevi idraksizliğin, neşv ü nüma bulduğu yerlerde daha da mümbit bir alan bulunmaktadır

. DAEŞ/IŞİD’in çıkışında da tüm bu faktörler göz önüne alınmalıdır. Petrol vs. enerji nakil/boru hatlarının en yoğun olduğu bu coğrafyada bu tarz örgüt veya hareketlerin, hele ki Suriye ve Irak’ta bu kadar geniş bir alanda etkin olmuş olan bir hareketin bu faktörlerden bağımsız olduğu düşünülemez.

Bilhassa, Kürt Meselesinin Orta Doğu’da ulaştığı nokta ve diriltilen toplumsal fay hatları ve kaos ortamı bu kanıyı daha da güçlendirmektedir. Tüm bunların yanı sıra, uluslararası propaganda ağının oluşturduğu atmosferin yönlendirmeleri bir anda bir devleti, din/inanç mensuplarını, bir bölgeyi terör yatağı veya terörist olarak lanse edip, bu yönde uluslararası kamuoyunu önemli ölçüde etkiler.

Özellikle son 25 yılda, Anglo-Saxon dünyanın İslâm’ı , İslâm âlemini, terör yatağı/terörist olarak sunma/lanse etmeye yönelik her türlü araçla sürdürdüğü kara propaganda dünya kamuoyunda, inandırdığı kesimler üzerinden, İslam ve Müslümanlar aleyhinde bir kamplaşmayı doğurmuştur. 60’lı, 70’li yıllarda dünyanın dört bir yanında, şiddet ve tedhiş hareketleri, gerilla örgütleri faaliyet gösterirken büyük oranda terör/terörist muamelesi görmezken, bu konuda sömürgeciliğe, mandacılığa ve türlü baskılara maruz kalmış İslâm dünyası 90’lı yılların başından itibaren böyle bir suçlama ve tavırla karşı karşıya kalmıştır.

İki kutuplu dünya sisteminin, soğuk savaş döneminin sona ermesinin ardından yeni oluşturulan tehdit algısıyla İslâm ve İslâm Dünyası birinci tehdit ve düşman olarak belirlenmiştir. Rejimler ve bazı olaylar/eylemler zinciri bahane olarak gösterilse de, Afganistan ve Irak işgalleri, enerji nakil hatları faktörünün yanı sıra, bu algı/konsept zemini üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Oysaki, daha önce de aynı baskıcı rejimler bu ülkelerde bulunmaktaydı. İran’la olan savaş esnasında, Saddam rejiminin kimyasal gazlarla Müslüman Kürtlere gerçekleştirdiği Halepçe katliamı, o savaşta Saddam rejimi Batı’nın müttefiki konumunda kabul edildiğinden, müdahale veya işgal gerekçesi olmamıştı.

Son süreçte, DAEŞ/IŞİD, Boco Haram örgütü gibi marjinal akideye dayalı Harici/Tekfirci yönelimli, uluslararası gizli servislerin ürettiği şüphe götürmeyen, şirket gibi sipariş eylemler gerçekleştiren, örgütlerin sergilediği İslâmi hiçbir temeli/gerekçesi olmayan, vahşete varan şiddet eylemleri bahane gösterilerek, İslam dini ve Müslümanlar sürekli "terör-terörist" suçlamasıyla sanık sandalyesine konularak ağır bir propagandaya, suçlama/linç kampanyasına maruz bırakılmaya devam edilmektedir.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER