VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 30 November -1 00:00:00

0 Yorum

Kez Okundu.

Vahdetin olmadığı yerde ümmet değil, kuru kalabalık vardır

Vahdetin olmadığı yerde ümmet değil, kuru kalabalık vardır 

H24 / Röportaj - Hazım KORAL

Araştırmacı Yazar Hazım Koral: Vahdetin olmadığı yerde ümmet değil, kuru kalabalık vardır 

Peygamberimizin (s) kutlu doğumu münasebetiyle kutlanan vahdet haftasında araştırmacı yazar Hazım Koral ile vahdetin tüm boyutlarıyla ele alındığı bir röportaj gerçekleştirdik. Ayetlerle konuya açıklık getiren Koral vahdetsiz ümmeti, kuru kalabalığa benzetti. Vahdetin olmadığı yerde ümmet değil, kuru kalabalık vardır

Hz. Peygamber’in (s) mübarek doğum gününün olduğu haftanın vahdet haftası olarak kutlandığı bugünlerde IQNA Haber Ajansı Türkçe Servisi olarak vahdete ilişkin röportajlar serimize başlıyoruz. İlk röportajımızı Kardeşlik Bilinci ve Ümmet Şuuru kitabının yazarı Hazım Koral ile gerçekleştirdik. Vahdet konusunda önemli çalışmaları ve yazıları olan ayrıca katıldığı tüm televizyon programlarında ümmetin birliğine vurgu yapan araştırmacı yazar Koral “vahdetin olmadığı yerde ümmet değil ‘etkin olmayan kuru kalabalık’ vardır”

sözleriyle ümmet için vahdetin zaruretini özetledi. Koral ayrıca vahdetin önündeki en büyük engeli “Müslümanların başındaki feraset ve basiret sahibi olmayan sorumsuz siyasîlerdir.” şeklinde ifade etti. İşte Hazım Koral ile gerçekleştirdiğimiz röportaj metni:

Vahdet haftasındayız ve öncelikle vahdetin tanımı ile başlayalım dilerseniz. Vahdet nedir ve nasıl olmalıdır?

Vahdet kelimesi terminolojik olarak aynı düşünce, fikir ve hedef uğruna "birliktelik" oluşturmak anlamına gelmektedir. Vahdet kelimesi aynı zamanda "ümmet" sözcüğü içerisinde mündemiçtir. Öyle ki, ümmet "ümm" kökünden olup "ana" anlamına gelen bir kelimedir. Ana, "toparlayan ve bir arada tutan"dır. Ümmet, nasıl ki aynı inancı ve akideyi taşıyan ve bu akidenin gereklerini yerine getirmek için eşgüdümlü olarak aynı hedefe doğru hareket halindeki topluluk oluyorsa, vahdet de birlik olmuş ve hedefe doğru senkronize bir şekilde yürüyen evrensel İslâm medeniyeti anlamına gelmektedir. Parçalara bölünmüş, kümeleşmiş ve klik hâle gelmiş topluluk cemaat olarak tavsif edilmemeli. Vahdet sözcüğüne dönecek olursak asgari ve imanî müştereklerde ümmetin birlik oluşturmasıdır. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Sizin ümmetiniz bir tek ümmetir, ben de sizin Rabbinizim, o hâlde bana kulluk edin." (Enbiyâ: 92)

Ayette belirtildiği üzere bir tek olan ümmet ne yazık ki bugün 57 ulus devlete bölünmüş vaziyette. Bu bölünmüşlük aynı zamanda "sosyal şirk" anlamına gelmektedir. "Toptan Allah’ın ipine sarılın." (Al-i İmrân:103) Bu ilâhî emir asla ertelenemez farz üstü farz bir vecibedir. Ümmetin başındaki siyasiler öncelikle bu şirk batağından kurtulmak için diplomatik ve siyasî girişimlerde bulunmak ödevindedir. Merhum Erbakan bu evrensel vahdetin tahakkuku için D-8 projesini kurmuştu. Ve diyordu ki: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol eğer ’İslâm Birliği’ için mücadele vermiyorsan beş para etmezsin." Vahdet konusunda meselenin aslı budur. 

Peki vahdetin önündeki engeller nelerdir?

Vahdetin önündeki en büyük engel yobaz ve taassub ehli tarikat şeyleri değildir. Asıl olarak vahdete engel Müslümanların başındaki feraset ve basiret sahibi olmayan sorumsuz siyasîlerdir. Vahdeti, yani İslâm Birliği’ni her şeyden önce onlar isteyecek ve bunu kendilerine dert edinip Merhum Erbakan gibi bunun mücadelesini verecek. Daha doğrusu bunun mücadelesini vermek zorundalar.

Eğer vahdet için, "İslâm Birliği" için mücadele etmiyorlarsa, hem Allah Teâlâ’ya, hem İslâm ümmetine ihanet içerisindeler. Merhum İmâm Humeynî (r.a) devrimin hemen akabinde Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilere vahdete ilişkin diplomatik çağrılarda bulundu. Ancak İslâm ülkelerinin başındaki yöneticiler "İslâm Birliği" fikrine sırt çevirdi. Saddam zalimi ise sadece sırt çevirmekle kalmayıp ABD ve diğer emperyal güçler adına yeni kurulmuş olan İslâm Devleti’ne savaş açtı. İfade ettiğimiz gibi, vahdetin önünde en büyük engel "İslâm Birliği" diye bir derdi olmayan siyasîlerdir.

 Engelleri nasıl bertaraf edebiliriz, nasıl bir yol izlenmeli?

Engelleri bertaraf etmek için Müslüman halklar evrensel vahdet bilincine sahip olmalılar ve bu taleplerini sandıkta veya başka sivil inisiyatif yöntemleriyle başlarındaki siyasilerden talep etmeliler. Müslümanlar her şeyden önce kardeşlik bilincine ve ümmet şuuruna sahip olmalılar. Bu şuura sahip siyasîleri iş başına getirmeliler. Müslümanlar fıkhî çıkarsamalar sonucu oluşmuş ekolleri mutlak doğrunun kaynağı ve kendi dışındakilerini batıl ehli görmemeli. Alt kimliklere ait kural ve kriterler nass ve tabu olarak görülmemeli. Asgarî müşterekler bağlayıcı olmalıdır. Vahdet için sadece "Müslüman" sıfatı yeterlidir.

 Vahdeti gerçekleştirebilmek için günlük hayatta bir Müslüman nasıl bir yol izlemeli?

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Günlük hayatta derken, her Müslüman münferiden, yani birey olarak vahdetin imanî bir vecibe olduğunu (yukarıda aktardığımız Enbiya Suresi’nin 92’nci ayetinden mütevellit) beyinlerine ve kalplerine nakşetmeliler. Birey olarak vahdet bilincinde olmak her türlü tarikat, cemaat ve mezhep gibi olguların vahdete engel olmaması gerektiğinin bilincine sahip olmaktan geçer.

Müslümanlar asla ve kat’a alt kimliklerinden dolayı birbirlerini ötekileştirici bir tutuma girmemeliler. Bu konuda mükemmel bir ölçü olan şu hadis bizim kırmızı çizgimiz olmalı: "İmân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe imân etmiş olamazsınız." İşte bütün mesele bu. Vahdetle ilgili birçok ayetle birlikte, bu Hadis-i Şerif de ümmetin vahdetini sağlayacak mükemmel bir kriter olmaktadır. Sırf içtihadî farklıklardan dolayı Müslümanları ötekileştirmek hatta küfürle itham etmek kapkara bir cehalet örneğidir. Bugün belirli aralıklarla Afganistan’da yaşanan üzücü hadiseler bu cehaletin sonucudur.

Ne yazık ki, Afganistan’da farklı mezhepten diye Ehl-i Beyt muhibbi insanların camileri ve okulları terör eylemleriyle bombalanmakta ve masum insanlarla çocuklar topluca katledilmekte. Yakın zamana kadar Irak ve Suriye’de IŞİD ve benzeri terör gruplarının din adına işlediği cinayetler aynı karanlık cehaletin sonucudur. Oysa Maide Suresi’nin 32’nci ayetinde belirtildiği üzere "taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir." Nisa Suresi’nin 93’ncü ayetinde ise bu cürmü işleyenin yeri "edebi cehennem" olduğu bildirilmektedir. Daha bundan öte bir uyarı olabilir mi?

Ancak bu cinayetleri işleyenler her şeyden önce yanlış fetvalarla beyinleri dumura uğratılmış gençler olmaktadır. Hemen hemen her ülkenin ceza kanunlarında var olan, "Halkı; din, mezhep, sınıf, etnik köken ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçunu işleyen (fetva makamındaki) sözde âlim müsvetteleri hakkında mutlaka hukukî işlem başlatılmalı ve ellerindeki neşriyat varsa "muzır" ilân edilerek toplatılıp imha edilmeli.

"Ne sebeple olursa olsun halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden her söz ve her fetva "düşünce ve ifade özgürlüğü" kapsamında değerlendirilemez. Karşımızdakinin bırakın mezhebini/meşrebini dini bile farklı olsa biz ona düşmanlık besleyemeyiz. Bizim kırmızı çizgimiz evrenseldir: "Dininiz hususunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmaya teşebbüs etmeyen (sizin yeraltı yerüstü kaynaklarınıza göz dikmeyen) gayri müslimlerle iyi ilişkiler geliştirmenizi Rabbiniz men etmemektedir." (Mümtehine: 8) Bizim Kur’an zaviyesinden gayri müslimlere bakışımız bu iken Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimiz daha ileri boyutlarda "vahdet ve uhuvvet" kapsamında olmalı değil mi?

Vahdetin olduğu bir ümmetin özellikleri nelerdir?

Vahdetin gereğini yerine getirmiş olan ümmet İslâm’ı müesses bir nizama dönüştürmüş demektir. Vahdetin hayatî anlamda gerekliliği toplumsal düzenin tanzimine ilişkin bütün ümmeti kapsayan ve Merhum Erbakan’ın D-8’den sonraki projesi olan D-60’ın hayatiyet kazanmasıdır.

Bilindiği üzere Merhum Erbakan’ın bu kapsamda yaptığı diplomatik girişimlere en müspet cevap veren ülke İran olmuştur. İran İslâm Cumhuriyeti kurulduğu günden beri değişik platformlarda sürekli vahdeti dile getirmiş ve gerekleri için somut adımlar atmıştır. Soruya dönecek olursak: Eğer yüce dinimizin ümmeti mesul kıldığı vahdet tahakkuk ederse, İslâm sadece medeniyet ve kültür bazında değil "müesses bir nizam" olarak tüm yeryüzü coğrafyasında hukukun üstünlüğü prensibini esas alarak insan temel hak ve özgürlüklerini teminat altına alıp barış ve adaleti tesis etmiş olacaktır.

Öyle bir durumda Al-i İmrân Süresi’nde ifade edilen "iyiliklerin tesis edilmesi ile kötülüklerin bertaraf edilmesi" bütün yeryüzüne şamil bir şekilde (bayındırlık hizmetleri olarak) tahakkuk edecektir. Bu şekilde yine Merhum Erbakan’ın üçüncü aşamadaki D-160 projesi bağlantısız/anti emperyalist ülkelerle işbirliğine gidilerek İslâm ümmetinin diplomatik ve siyasî mekanizma garantörlüğünde yeni bir dünya düzeni kurulmuş olacaktır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde bu müjdeyi vermektedir. (Örneğin, Nur Suresi’nin 55’nci ayeti ile Saff Suresi’nin 8’nci ayeti.

Son olarak, vahdet derken genelde tabiri caizse “düşmana karşı tek yürek olmak ve güç” temelli ele alınıyor. Siz önceki yanıtlarınızda bu konuya işaret ettiniz. Yine de bu konuyu biraz daha açmak istiyorum. Vahdet yalnızca stratejik bir hamle midir, vahdetin imanî boyutunu göz ardı mı ediyoruz?

 

Vahdet vecibesi "de fakto" (zorunlu) durumlar/konjonktürel şartlar için ve düşmana karşı stratejik bir hamle olsun diye değil, tesis edilmesi ve sürdürülür bir hâlde olması imânî bir zorunluluktur. Bakınız, bilindiği üzere ve diğer soruda belirttiğimiz gibi ümmet kelimesi "sıfat" kavramdır. Yani vahdet varsa ümmet vardır, vahdetin olmadığı yerde ümmet değil "etkin olmayan kuru kalabalık" vardır. Ümmet, mutlak anlamda vahdeti oluşturmuş yek vücut topluluktur. Bu topluluk ümmet olma vasfını vahdetle kazanmıştır.

Bu yüzden vahdet imâna taallûk eden bir vecibedir. Vahdetin pratize edilmesi ümmetin başındaki siyasîlerin "sosyal şirk" durumundaki "ucube ve iğreti" ulus devletlerin varlığını (federatif bir statü ile de olsa) sonlandırıp İslâm’ı evrensel anlamda müesses bir nizama dönüştürmesine bağlıdır. Nihai anlamda ümmetin vahdeti ve insicamı bu şekilde sağlanacağı kanaatindeyiz.

Vesselâm...

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER