
ÜMMET ŞUURU
“İnsanlar (başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (işleri bitirilir)di.” (Yunus:19)
Ayet kadim tarihten söz ediyor fakat biz bunu Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) Medine’de tesis ettiği site devletinde de görebilmekteyiz. Risaletin Medine döneminde Müslümanlar ve hatta orada yaşayan gayri müslimler de dahil olmak üzere İslâm’ın hayat bahşeden kurumsal yapısı bütün insanlara insicam ve huzur içerisinde bir arada yaşama imkânı vermişti.
Medine, İslâm tarihinde birlik ve dayanışma içerisinde yaşayan toplumun en somut örneğidir. Bu nedenledir ki eski ismi Yesrib olan bu şehir İslâm’ın hakimiyetinden sonra medeniyetin beşiği anlamına gelen "Medine" ismini almıştı. Allah Resulü’nün liderliğinde bir araya gelen Medine’deki bu topluluk ümmet şuuru ile hareket etmekteydi. Ümmet aynı zamanda birlik olmanın adıdır. Aynı değerler etrafında toplanmış insan topluluğuna ümmet denir. Ümmet sözcüğü terminolojik olarak “ümm” kökünden gelmektedir. “Ümm” Arapça anne demektir.
Her bireyin kutsiyeti olmakla birlikte bir aile içerisinde en kutsal ve kuşatıcı değer annedir. Aileyi insicam içerisinde bir arada tutan annedir. Anne soyut bir kavram olmadığı gibi ümmet olgusu da hayali değil somut ve mücessem bir kavramdır. Rabbimiz bizi ulus, etnik ve mezhebi bir kimlikle değil ümmet kavramı ile tanımlamaktadır: “Gerçekten, sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet edin. Onlardan bazıları parçalanıp fırka fırka oldular.” (Enbiya:92-93)
Şu bir gerçek ki, ümmet olgusu dışındaki bütün tanımlar marjinaldir, asla kuşatıcı değildir. Ümmet sözcüğü ise evrensel ve kuşatıcı bir tanımdır. Sevgili Peygamberimiz ahirete irtihal ettikten kısa bir süre sonra Emevilerin iş başına geçmesiyle Arap milliyetçiliği de devreye girmiş oldu.
O dönemde Arap olmayan Müslümanlara “Mevali” denilerek farklı muameleye tutulup gayri müslimlere özgü cizye sistemi onlara da uygulanmaktaydı. O dönemdeki siyasi baskılardan dolayı ümmet şuurunu kaybeden Müslümanlar zamanla farklı mezhep, farklı isim ve fraksiyonlarla fırka fırka parçalara bölündü. Akabinde Abbasiler iktidarı ele geçirdi. Onların da Emevilerden aşağı kalır tarafı yoktu.
Ümmet yine bir zalimden kurtulup bir başka zalime itaat eder oldu. Asıl olarak ümmet tarih boyu olması gereken yerde olmadı. Ümmet tarihin hiçbir döneminde İslâm adaletini yeryüzüne egemen kılma adına siyasi güce, siyasi kuvvete ve potansiyelinde mevcut olan izzet ve azametine kavuşamadı.
Bugün de olduğu gibi tarihin hemen hemen her döneminde ümmet coğrafyası iç çatışmalara sahne oldu. “Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal:46)
Teorik olarak bir tek ümmetken ihtilaflara düşüp parçalanmak ne büyük bir talihsizliktir. Çözülmek aynı zamanda, beraberinde zilletin ve aşağılanmanın geldiği güç yitimidir.
Nitekim bugün iki milyara yakın nüfus potansiyeline sahip olan ümmetin hâline baktığımızda uluslararası arenada hiçbir varlık gösteremeyişi ve adeta zillet içerisinde yaşayışı ne kadar üzücüdür. “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyi olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz.” (Al-i İmrân:110)
Dünya insanlığı nezdinde örnek bir toplum olmamız gerekirken, dünyaya adalet dağıtmamız ilâhî bir sorumluluk iken bugün ne hâllerdeyiz?
Dünya mazlumlarına sahip çıkmamız üzerimize vazife iken din kardeşlerimize bile sahip çıkamaz olmuşuz.
Siyonist işgalci İsrail’den hiç de aşağı kalır tarafı olmayan Harem-i Şerif işgalcisi olan Suud rejimi 7 yıla yakın bir süreden beri mazlum Yemen halkını bombalıyor. Bu katliama ümmet bazında dur diyecek bir kurumsal yapımız yok. Suriye’de büyük şeytan ABD’nin başlatmış olduğu iç savaş 10 yılı doldurdu. Ümmet buna da engel olamıyor. Kısa bir süre önce toplu katliama maruz kalan Myanmarlı Müslüman kardeşlerimiz kaderlerine terk edilip adeta unutuldu bile. Öte yandan uzun yıllardan beri Doğu Türkistan halkı Çin zulmüne maruz kalmaya devam ediyor, kimsenin sesi çıkmıyor.
İki yüzlü Birleşmiş Milletler’den bir beklentimiz olamaz her hâlde?
Peki İslâm ümmetinin Birleşmiş Milletler’i nerede?
NATO savaş uçaklarını Libya’ya gönderdik orada barış ve huzuru temin etsinler diye değil, oralarını tarumar etsinler diye. Onlar da öyle yaptı zaten.
Elin gâvurundan medet umulur mu?
Peki bizim İslâm NATO’muz, İslâm Barış Gücü’müz nerede? Ümmet şuuru her şeyden önce kurumsal birlikteliği imanî bir vecibe olarak görür. Bakınız 70 yıldan beri namus-u ekberimiz olan Kudüs ve kutsal Filistin toprakları Siyonist postalları altında çiğneniyor. Gasıp İsrail 70 yıldan beri her Allah’ın günü işgaline ve katliamlarına devam ediyor. Ümmet nerede? Ümmetin vurucu ve caydırıcı gücü nerede?
Ümmet, İslâm coğrafyasının bağrına saplanmış olan bu hançeri ne zaman söküp atacak?
Mazlum Filistin halkı kaderiyle baş başa bırakılmış adeta. Filistin halkına el altından yapılan yardımlar ümmet için teselli veya vicdan rahatlaması olamaz. İşgalciler o topraklardan tamamen kovulmadan ümmet vazifesini asla yapmış olmayacak. Ümmet evrensel birlikteliğini tesis etmeden işgalcileri kovamayacak.
İzzete, felaha ve zafere kavuşmanın ön şartı ümmetin siyasi, ekonomik ve askeri alanda bir araya gelmesi ve tek devlet çatısı altında birleşmesine bağlıdır.
Birlikten izzet doğar, birlikten zafer doğar. Rabbimiz bize birliği emretmektedir. Hiç kuşkusuz ümmet şuuruna erip birlik olursak Rabbimiz bizi felaha kavuşturacaktır...