
Ölüm cezasından yana olanlar
H24/ MAKALE | Ali BULAÇ
Mürtede ölüm cezası verilmesi gerektiÄŸini savunanların kendilerine göre bir takım gerekçeler öne sürmektedirler. Neredeyse tamamının gerekçeleri birbirine yakın olduÄŸundan, biz belli baÅŸlı birkaç fakih veya kiÅŸiden örnek vermekle yetineceÄŸiz:
Serahsi (483/1090), mürtede ölüm cezasının takdir edilme gerekçesini ÅŸöyle açıklar:“İnkâr suçların en büyüÄŸüdür. Ancak bu kul ile rabbi arasındadır. Bunun karşılığı da ahirete ertelenmiÅŸtir. Dünyada uygulanan yaptırımlar ise insanların yararı için meÅŸru kılınmış toplumsal maksatlı müeyyidelerdir. Kısas yaÅŸama hakkını korumayı, zina cezası neslin saygınlığını ve aile ÅŸerefini korumayı, hırsızlık cezası mal emniyetini saÄŸlamayı, iftira cezası ÅŸeref ve onurun korunmasını, sarhoÅŸluk cezası ise aklı korumayı amaçlamaktadır. Mürted ise inkârda ısrarıyla Müslümanlara karşı düÅŸmanca tavır almıştır. Bu düÅŸmanlığının izalesi için öldürülür...Öldürmenin illeti düÅŸmanlık olduÄŸuna göre kadının bünyesi çarpışmaya uygun olmadığı için ne asli küfürde ne de arızi küfürde öldürülmeyeceÄŸi açıklık kazanır.” Serahsi, irtidat ettiÄŸi halde Müslümanlara karşı savaÅŸma potansiyelini kaybeden erkeÄŸin de öldürme cezasından muaf tutulabileceÄŸi kanaatini serdeder. (92)
MerÄŸinani (593/1197) ÅŸöyle der: “Asıl olan tüm cezaların ahirete ertelenmesidir. Zira cezaların öne alınıp dünyada tatbik edilmesi prensip olarak imtihanın mahiyetiyle baÄŸdaÅŸmaz. Ancak kamu düzenini bozucu, mevcut olumsuz durumların giderilmesi için bu kuraldan uzaklaşılmış, cezaların bir kısmı öne alınarak dünyada tatbik edilmiÅŸtir. İrtidatta önlenmek istenen olumsuzluk, Müslümanlara karşı düÅŸmanca tavır almaktır. Böyle bir düÅŸmanca tavır da bünyeleri fiziki mücadeleye uygun olmadığı için kadınlarca gerçekleÅŸtirilemez.”(93)
İbnü’l-Hümam (861/1457): “ Öldürme, mürtedin inkarının cezası deÄŸildir. Çünkü Allah katında inkârın cezası dünyevi cezadan daha fazladır. İdam onun düÅŸmanca tavrını engellemeyi hedeflemektedir. DüÅŸmanca tavır almak erkeklere has bir özelliktir. Bundan dolayı Rasulullah kadınların öldürülmesini yasaklamış, yasağın gerekçesini de kadınların bilfiil savaÅŸa iÅŸtirak etmemelerine baÄŸlamıştır.” (94)
Haskefi (1088/1677)’ye göre iyice yaÅŸlanmış, bizzat savaÅŸamayan, muhakeme gücünü yitirdiÄŸi için düÅŸmana teorik destek veremeyen, cesaret verici ifadeleri söylemek için bağıracak gücü olmayan, çocuk yapma yeteneÄŸini yitirdiÄŸi için düÅŸmanın sayısını artırma imkânına sahip bulunmayan bir “pir-i fani (hayli yaÅŸlı)” irtidat etse de öldürülmez. (95)
Fakihlerin görüÅŸünü aktaran KaÅŸif Hamdi Okur, ÅŸöyle bir deÄŸerlendirmede bulunur: İrtidata verilen cezanın gerekçesini “İslam toplumuna karşı cephe almak” ÅŸeklinde tespit eden fakihlerimizin bu prensibi içtihatlarına tutarlı olarak yansıtamadıklarını görüyoruz. Böyle bir prensibin mantıki açıdan neticesi ÅŸöyle olmalıydı: Kadın olsun erkek olsun, her kim dinini deÄŸiÅŸtirip müslüman topluma karşı cephe alırsa, kamu düzenini ihlal edici davranışlarından dolayı cezalandırılır. Cezanın tespiti kamu gücünün tensibine bırakılmıştır. Suçun ağırlığına göre bunun idam olması da mümkündür. Ancak bu cezanın gerekçesi inanç deÄŸiÅŸimi deÄŸil, suç teÅŸkil edecek fiillerin iÅŸlenmesidir. (96)
Ama zaten görüÅŸlerini aktardığımız fakihlerin üzerinde ittifak ettiÄŸi iki nokta: a. İrtidat suçunun cezası ahrete iliÅŸkindir b. Mürted Müslümanlara karşı düÅŸmanlık besleyip silah kullanırsa cezalandırılır. Silahlı ayaklanma veya merkezi otoriteye vergi gibi yasal mükellefiyetleri reddetme faktörünü kaale almayan Dihlevi’ye göre“Mürted, Allah’a ve dinine karşı cür’etkârlık göstermiÅŸ, dinin ikamesinden, peygamberlerin gönderilmesinden beklenen külli maslahata ters düÅŸen davranışlarda bulunmuÅŸtur. Bu tür davranışları önleyici olması için bu ceza konulmuÅŸtur.” (97) Dihlevi, “Allah’a ve dinine karşı cür’etkârlık göstermiÅŸ olma”nın somut hayatta neye karşılık düÅŸtüÄŸünü, mesela Maide, 33-34. ayetlerde düzenlemesi yapılan suçlar anlamına gelip gelmediÄŸine açıklık getirmemektedir.
İŞİD’in iki dayanağı: İbn Teymiye ve Gazali
İbn Teymiye (öl. 728/1328), Gulat-ı Åžia’dan bir fırka hakkında sorulan bir suale verdiÄŸi cevapta ÅŸöyle der: “(….) mezhebe tabi olan ve daha sonra üzerinde birleÅŸtikleri, bir kısmının ilah, bir kısmının peygamber ve diÄŸer bir kısmının ise mehdi olduÄŸunu iddia ettikleri, insanları buna secdeyi emrettikleri ve bu ÅŸekilde küfürlerini ilan edip, sahabeye söven ve imamın itaatinden çıkıp savaÅŸmak isteyen bir topluluk (taife) hakkında onlarla savaÅŸmak vacip midir? Zürriyetleri ve malları ganimet alınır mı?”
“Onlara güç yetirilene ve İslam ÅŸeriatine teslim olana kadar savaÅŸmak vaciptir. Çünkü bunlar bahsettikleri deccala tabi olmadan bile insanların en kâfirleridirler. Bu deccala tabi olduktan sonrasını sen hesap et. Riddet açısından insanların en pis mürtedleridirler. Onlardan savaÅŸanlar öldürülür ve malları ganimet alınır…. kendi hallerini gizlemezler. Bilakis onlar bütün insanlar tarafından halleri bilinmektedir. BeÅŸ vakit namaz kılmaz, ramazan orucunu tutmaz, hacca gitmez, zekât vermez ve bunların farz olduÄŸuna da inanmazlar. Aynı zamanda içkiyi ve diÄŸer haramları helal sayar ve Ali (r.a)’yi ilah olarak görürler.” (98)
Son yılların popüler hareketi İŞİD, konuyla ilgili tutum ve uygulamalarını genellikle İbn Teymiye’nin bu fetvasına dayandırır. İŞİD’in yayın organı Darulhilafe’de İbn Teymiye’den yapılan bu alıntıdan sonra mürted sayılanların çocukları ve torunlarıyla ilgili ÅŸu deÄŸerlendirmelere yer verilir: "Her kim anne babası mürted olduktan sonra annesi ona hamile kalır ve doÄŸar ise, iÅŸte orada ihtilaf vardır. Hanefiler, Malikiler, Hanbelîlerde esas olan görüÅŸe ve Åžafilerden de zahir olan görüÅŸe göre anne babasına tabi olarak mürted hükmü alır. BuluÄŸ çağına geldiÄŸi zaman tövbeye çaÄŸrılır. Hanbelîlerden ve Åžafilerden bir görüÅŸe göre ise asli kâfir olarak ikrar edilir ve cizye alınır. " (99)
İbn Teymiye’nin fetvasında dikkat çeken nokta, “Onlara güç yetirilene ve İslam ÅŸeriatine teslim olana kadar savaÅŸmak”tan bahsetmesidir. Bu demektir ki, İbn Teymiye, o gün Sünni kamu otoritesine karşı silahlı ayaklanma halinde olan bir topluluÄŸu kastetmektedir. İbare bize bunu ilham etse de, İbn Teymiye, yine de “salt inanç deÄŸiÅŸikliÄŸi”ni irtidat olarak görmekte ve mürtedin bu suç dolayısıyla öldürülebileceÄŸine hükmetmektedir: “KiÅŸinin mücerret olarak dinden çıkması öldürülmesini icap ettirir, ayrıca insanların cemaatinden ayrılmasına gerek yok.” (100)
Mehmet Akif Aydın ise, söz konusu fetvayı kaale almadan, İbn Teymiye’nin irtidadın kamu düzenini silahla bozmak olduÄŸunu, bu gerçekleÅŸmedikçe irtidadın gerçekleÅŸmediÄŸi görüÅŸünde olduÄŸunu söyler. (101)
Aydın’ın deÄŸerlendirmesi yanlıştır, maalesef İbn Teymiye ÅŸiddet ve silah kullanmadığı halde itikadi inanç deÄŸiÅŸikliÄŸini ağır cezaya müstahak suç kabul etmektedir.
İŞİD’in yayın organları, İbn Teymiye’nin fetvalarına atıfta bulunduktan sonra İmam Gazali’den de takviye edici delil olarak bir nakilde bulunur. Gazali’den öÄŸrenilmek istenen konu, dinden çıkanların çocuklarının durumunun ne olacağı meselesidir. Esasında fıkıh kitapları bu konuyu etraflıca belirtmiÅŸlerdir, Gazali’nin de görüÅŸü klasik fakihlerin görüÅŸlerinden pek farklı deÄŸildir. Gazali kendi döneminde hayli etkin olan Gulat Åžiası Batınilere karşı yazdığı eserde ÅŸöyle der:
“Dedi ki: -Hak dine iltizam ettikten sonra ondan çıkan mürteddir ve inkârcıdır. İşte bunlar hak dine hiç iltizam etmediler, bilakis onlar bu akide üzere doÄŸdular. O zaman asli kâfirliÄŸe ulaşırlar mı?
Deriz ki: Dinlerini tamamen terk edip ondan çıkanların durumu açıktır. Bunlar batıl akide üzere doÄŸan ve bu batılı babalarından iÅŸiten mürtedlerin çocuklarıdır. Onların babaları ve babalarının babaları bu dinden çıkmış oldukları ve ayrıldıklarını farz etmeliyiz. O akide hiç ÅŸüphe yok ki bir kitaba ve peygambere dayanmıyor Yahudi ve Hıristiyanlar gibi. Bilakis o sapık ve zındık bazı fırkaların yakın zamanda bulaÅŸtıkları küfürlere ulaÅŸmıştır. Zındığın hükmü de aynı ÅŸekildedir.
Mürtedin hükmünün aslı noktasında ÅŸüphesiz sorun yoktur. İçtihada ÅŸu noktada kalmıştır ki mürtedlerin çocuklarının hükmü nedir?
Onlar hakkında denildi ki onlar riddet hükmünde tıpkı zimmet ehli kâfirlerin ve savaşılan kâfirlerin çocukları gibi anne babalarına tabi olurlar. BuluÄŸa ulaÅŸtıkları zaman onlardan İslam talep edilir. Yoksa öldürülürler. Onlardan cizyeye razı olunmaz, cariye alınmaz. Denildi ki baÅŸka bir görüÅŸte onlar asli kâfirlerdir. Küfür üzere doÄŸdu iseler ve babalarının küfür izleri üzere yürüdü iseler onlardan cizye alınır ve cariye edinilir. " (102)
Yazıya göre, “babaları mürted olan Rafizi kâfirlerin çocukları bir kısım ulemaya göre babalarına tabi olarak tıpkı yahudinin oÄŸlunun yahudi hükmü alıp ona göre muamele edilmesi gibi ona da mürted hükmü verilir.” İŞİD’in yayın organları Darulhilafe ve Kostantaniyye dergisinde iki mülahazaya dikkat çekilir: Biri bu meselenin içtihadi konu olduÄŸu, diÄŸeri kamuyu ilgilendiren bir konu olduÄŸundan halifenin içtihadının diÄŸer bilginlerin içtihadından önde bulunduÄŸu hususu. Gazali ve İbn Teymiye’den yapılan nakiller gösteriyor ki, bu tür mürtedlere küfür isnad etmek mürcielik veya haricilik sayılmaz. Åžu var ki bu görüÅŸe muhalefet edenleri küfürle isimlendirmek hariciliÄŸin baÅŸlangıcıdır. Meselenin özü ÅŸudur: Kendisini İslam’a nispet edip küfür ameli iÅŸleyen taifeler için bu kavram kullanılır. (103)
Daha aşırı yoruma göre ise Åžiiler Rafızi, tasavvuf ehli müÅŸrik ve halifeye biat etmeyen Sünniler mürted kabul edildiklerinde, her üç Müslüman topluluk “dinden çıktıkları varsayıldığı”ndan ölüm cezasına müstahak görülmektedirler.
Kısaca İŞİD’in de kendine göre öne sürdüÄŸü delillere raÄŸmen, konu dönüÅŸ dolaşıp “itikadî irtidat” ile “siyasi/silahlı irtidat” arasındaki farkın gözetilmemiÅŸ olmasına gelip dayanır.
Said Nursi Said Nursi, Müslüman olmayı yüksek bir mertebe gördüÄŸünden yüksekte olanın bozulmasının alt mertebedekinin bozulmasından daha vahim görür. Süt ve yoÄŸurt bozulsa yenebilir ama yaÄŸ bozulsa yenmez, icabında zehirler. Varlıkta mükerrem kılınmış insan bozulduÄŸunda bozuk hayvandan daha bozuk ve zararlı olur.
Said Nursi’ye göre, müslümanın irtidadı böyle bir ÅŸeydir. Said Nursi, modern zamanlardaki irtidadın biraz da dış baskılara baÄŸlı geliÅŸtiÄŸini ima edip ÅŸöyle seslenir: “Ey müslümaları dünyaya ÅŸiddetle teÅŸvik eden ve sanat ve ecnebilerin ilerlemesine cebr ile sevkeden bedbaht! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile baÄŸlandıkları rabıtaları kopmasın! EÄŸer böyle ahmakça, körü körüne topuzların altında bazıları dinden rabıtaları kopacak olsa, o vakit sosyal hayat semm-i katil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı tamam bozulduÄŸundan sosyal hayat zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usulde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kafir eÄŸer zımmi olsa veya barış yolunu seçse hakk-ı hayatı var” diye usul-i ÅŸeriatın bir düsturudur. Hem Hanefi mezhebinde bir kafirin ÅŸehadeti makbuldur, fakat fasıkın ÅŸahitliÄŸi geçersizdir. Çünkü haindir.” (104)
Said Nursi, İslam’dan çıkan mürtedi neden kafir veya Kitap ehlinden bir Yahudi ve Hıristiyandan daha vahim durumda gördüÄŸünü ÅŸöyle açıklar: "Hem İslâmiyet sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman, İslâmiyet'ten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki Cenâb-ı Hakkı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes ÅŸeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur… Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki Hıristiyanın bir dinsizi, yine sosyal hayata faydalı durumda kalabilir. Bazı mukaddesâtı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenâb-ı Hakkı bir cihette tasdik edebilir."(105)
Said Nursi, ünlü eseri Sözler’de benzer bir gerekçeyi yineler: “…yabancı dinsizler, Hz. Peygamberi tanımasalar bile diÄŸer peygamberleri bilebilirler. Peygamberleri bilmeseler bile Allah’ı bilirler. Allah’ı bilmeseler de kemal vasıfları kazanmaya vesile olacak bazı güzel hasletlere sahip olabilirler. Fakat Müslüman hem peygamber, hem Rabbini, hem de bütün üstün meziyetleri bilir. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden boÅŸanan, artık hiçbir peygamberi, Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemal vasıflarını muhafaza edecek hiçbir esası bilemez.” (106)
Said Nursi’nin gerekçesi ÅŸu temel önermeye dayanmaktadır: Müslüman varlık mertebelerinde en yüksek olanına sahiptir. Dolayısıyla gerçeÄŸi, faydalı olanı, hakkı ve doÄŸruyu bilir, çünkü İslamiyet hak ve hakikatin, faydalı, güzel ve doÄŸru olanın ifadesi ve yoludur. İnsan Müslüman olmakla en yüksek erdeme ulaÅŸmış demektir, buna raÄŸmen bundan vazgeçecek olursa, bulunduÄŸu mertebeden daha aÅŸağılara düÅŸer, bu ise toplumsal hayat büyük zarar ve yıkımlara yol açar. Bu gerekçe bize gösteriyor ki, Said Nursi için irtidat bireysel bir inanç deÄŸiÅŸikliÄŸinden çok toplumsal hayata, barışa getireceÄŸi zararlar önem kazanmaktadır. Mefhum-u muhaliften hareket edecek olursak, eÄŸer mürtede ağır cezalar takdir edilmiÅŸse, bunun gerekçesi toplumsal barış, huzur, uyum ve güvenliÄŸin tehdit altına girmesidir. Üstadın satır aralarından bu sonuç çıksa da, itikadi ve siyasi/silahlı irtidat arasında apaçık ayırım yapmaması, bu hükümden yanlış sonuç çıkarmak isteyenlere açık kapı bırakabilir. M. Ebu Zehra, Mürtede verilecek ölüm cezasıyla ilgili dört soruya dört gerekçe sayar:
Soru 1: Ölüm cezası 2/Bakara, 256 ve 10/Yunus, 99’a aykırı deÄŸil mi? Cevap: DüÅŸünerek, taşınarak ve özgür iradesini kullanarak İslam’a girmiÅŸ birinin artık İslam’dan çıkması mümkün deÄŸildir, çünkü böyle bir kimseden düzgün bir delil, güçlü bir hüccet getirmesi beklenemez. Ondan sadır olacak ÅŸey sapkınlık ve baÅŸkalarını saptırma maksadıdır.
Soru :. Ölüm cezası din ve vicdan özgürlüÄŸüne aykırı deÄŸil mi? Cevap: DeÄŸildir. Çünkü bir dinden baÅŸka dine geçecek kimsenin düzgün bir mantığı olması ve kamuya duyurması lazım. Oysa dinden çıkan aklın kabul etmeyeceÄŸi baÅŸka bir dine, boÅŸluÄŸa geçiyor. Bu kimse heva ve hevesine uyan kimsedir. Bu geçiÅŸten ya maddi bir çıkar gözetir veya baÅŸkalarını saptırmak amacıyla propaganda yapar. Özgürlük başıboÅŸluk deÄŸildir, böyle bir kimse dini oyuncaÄŸa çevirir. Böyle kimseye tövbe etmesi teklif edilir, bu heva ve hevesi peÅŸinde koÅŸanla çıkar peÅŸinde koÅŸanı birbirinden ayırır.
Soru 3: Söz konusu cezalar toplumu parçalamaz, bölmez mi? Bu din deÄŸiÅŸtirmekten daha tehlikelidir. Cevap: Hayır, çünkü Müslüman toplumda dini inançların kendisinde yerleÅŸtiÄŸi kimselerin deÄŸiÅŸtirmesi pek enderdir. Dine girip de çıkanlar zaten münafıklardır, mürtede bu cezanın tayin edilmesi, özünde münafık olanların Müslüman görünmesine veya Müslümanlar içinde yer almasına mani olur.
Soru 4: Dinden dönenin topluma yaptığı düÅŸmanlık nedir? Cevap: Bu kiÅŸi dini oyun ve eÄŸlenceye çevirir, toplumda çözülmelere sebebiyet verir, ifsada yol açar, bu bakımdan böylelerinin zararlarından toplumu korumak gerekir. Ölüm cezası inanç özgürlüÄŸünü korumaya matuftur. M. Ebu Zehra anlaşıldığı kadarıyla mürtede verilecek cezaları “hadler” grubuna sokar. Çünkü konuyla ilgili ÅŸunu der: Had cezalarından amaç toplumu korumaktır.” (107)
Ebubekir Sifil Sifil, mürtedin kesin olarak öldürüleceÄŸi kanaatinde olup, aksi yönde görüÅŸ beyan edenleri eleÅŸtirmektedir. Ona göre Hz. Ömer’den gelen rivayet, fakihlerin verdiÄŸi hükmün aksini düÅŸünmeye yeterli delil sayılmaz. (108)
Sifil günümüzde bu hükmü tatbik etmenin önünde birtakım uluslar arası engellerin olduÄŸunu söyler. Öyle de olsa ümmete düÅŸen görev İslam’ın ahkamını muhafaza ve müdafaa etmede geri atmak deÄŸil, engellerin aşılmasına çalışmaktır. Herhangi İslami bir hükmün fiilen uygulanabilir olması için gerekli ÅŸartlar ve ortamın bulunup bulunmaması ayrı bir ÅŸeydir, fiilen uygulanmıyor diyerek hükmün tamamen ıskat edilmesi ayrı ÅŸeydir… Sifil’e göre, ancak muharip olması durumunda mürtedin öldürülebileceÄŸine iliÅŸkin görüÅŸ hükmün esnetilmesine matuf bir çabadır. (109)
Ebubekir Sifil, Kur’an’da açıkça mürtede ölüm cezası verildiÄŸine iliÅŸkin açık bir hükmün olmadığını teyid eder. Ancak 2/Bakara, 256; 18/Kehf, 28 ve Kâfirun suresi’nde yer alan hükümlerle ilgili üç itiraz öne sürer: İlki, söz konusu ayetler dine giriÅŸte zorlamanın olmayacağına iliÅŸkindir; ikincisi Bakara, 217’de sözü edilen “amellerin ahrette ve dünyada boÅŸa gitmesi” mürtedin nikahının düÅŸmesi, Müslüman varislerinin kendisine mirasçı olmaması, mü’minlerle kardeÅŸlik ve dostluk iliÅŸkisini kaybetmesi gibi cezalar verilmesidir. Üçüncüsü, Kur’an birçok meseleyi icmalen verir, tafsilatını sünnete bırakır, bu hüküm de sünnet tarafından vaz’edilmiÅŸtir. (110)
Abdulkadir Udeh, Tahir AÅŸur, Ahmet Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Seyyid Sabık (Fıkhu's-Sünne, Kahire, (t.y.), II, 385 v.d. Vehbe Züheyli (İslam Fıkh-ı Ansiklopedisi, c.7, s.464; Ahmet Kalkan da (Ahmat Kalkan, Anskilopedik Kur’an kavramları ve güncel yansımaları, VI, 345-422.) vd. de mürtede ölüm cezası verilebileceÄŸi görüÅŸünden yanadırlar. Dinden çıkan mürtede ölüm cezasının verilmesini savunanlar yanında, buna karşı çıkan fakih ve yazarlar da var. Sonraki yazımızın konusu bu olacak.
Notlar 92. Serahsi, el Mebsut, X, 110-111. 93) MerÄŸinanî, el Hidaye, V, 310 vd. 94) İbn Hümam, Fethu’l kadir, V, 310 95) Haskefi, ed Dürrü’l muhtar, III, 224) 96) KaÅŸif Hamde Okur, İslam hukukunda irtidat fiili için öngörülen yaptırım üzerine bazı düÅŸünceler, s. 356. 97)
Åžah Veliyullah Dihlevi, Huccetullahi’l baliÄŸa, Çev. Mehmet ErdoÄŸan, İz y. İstanbul-1994, II, 490. 98) İbn Teymiye, Mecmuul fetava, XXVIII, 553-554 99)
El-Mevsuat el-Fikhiyye El-Kuveytiyye, XXII, 198. 100) İbn Teymiye, es Sarimu’l meslul, s. 326. 101) M. Akif Aydın, Türk hukuk tarihi, İstanbul-1996, s. 215. 102) Ebu Hamid el Gazali, Fedaihu el Batiniyye, (Arapça baskı) I, 156; Türkçe baskı 8. Bölüm. Gazali’nin mürtedle ilgili görüÅŸlerine “Laik yönetimlerin mürtedleri” bölümünde tekrar dönme fırsatımız olacak. 103)
Darulhilafe; 23 Haziran 2015; Kostanıyye Dergisi, Sayı: 1, Åžaban-1436. 104) Said Nursi, Lem’alar, 7. Lem’, 7. Nokta. Yeni Asya NeÅŸriyat, s. 303-304. 105) Said Nursi, Mektubat, 29. Mektup, 7. Kısım, s. 741. 106) Said Nursi, Sözler, 13. Söz, 2. Makam, Yeni Asya NeÅŸriyat, İstanbul-2007; s. 235. 107) M. Ebu Zehra, İslam hukukunda suç ve ceza, Çev. İbrahim Tüfekçi, Kitabevi, İstanbul-1994, II, 86-88. 108)
Ebubekir Sifil, Mürtedin katli fikir ve inanç özgürlüÄŸünde midir?, Muhtelif meseleler, Milli Gazete, 24 Mayıs 2009 109) Ebu Bekir Sifil, Okuyucu soruları-8, Muhtelif meseleler 1, Milli Gazete,