VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 30 November -1 00:00:00

0 Yorum

Kez Okundu.

Metin Yuksel’i Rahmetle Anmak

Metin Yüksel’i Rahmetle Anmak

H24/ Yakup ASLAN

Gördüğü tablacının yanında oturur, Kürtçe sohbet etmeye başlardı. Nerede birinin başı sıkışsa, mağduriyet yaşasa yardımına koşuyordu. Kalabalık bir gurubun saldırdığı bir kişiye yardıma gidip, kurtardığı kişinin katilleri arasında olacağını aklına bile getirmiyordu. 1970’li yıllarda, komünizm gençler arasında hızla düşünce zemini bulmasına karşılık Amerika’nın sürekli komünizm tehlikesini empoze etmesine karşılık, NATO bağlılığı bir kurtuluş reçetesi olarak sunulduğu süreçte, ülkücüler ve yerli-milli çevreler komünizme tepki refleksiyle değişik dernek ve platformlarda sol düşünce taraftarlarına karşı kendilerince fiziki mücadele veriyorlardı. Daha önemlisi Osmanlı zamanında benzer düşünceden beslenme geleneğinden gelen İslamcılık da ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ misyonunun varisleri olarak, komünist karşıtı devletçi bir duruş, bir refleks sergiliyordu. Sağcı olarak anılmaları sadece bu gelenekten tevarüs eden karşıtlık dolayısıyla değil, yer yer özellikle üniversitelerde ortak hareket etmekten de kaynaklanıyordu. Ülkücüler, İslamcıları komünistler karşısında pasif kalmak, onlara yarım etmemek ve kimi zaman onlarla konuşma zeminine sıcak bakmaktan dolayı ‘Yeşil Komünistler’ olarak yaftalarken, sol kesim de ‘Faşist’ olarak suçluyordu.

Hafıza tazelemek perspektifinde konu aslında bu tasnif içerisinde İslamcılığın iki ideoloji arasında sıkışıp kalması veya paradigma geliştirebilecek bir kültürel altyapıya sahip olmaması, birkaç tercüme kitap veya muhafazakar Türkçülük karışımı Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu gibi yazarların kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramayan yazılarıyla sürekli Araf’ta durmasından çok, askeri darbe zeminini pekiştirmek maksadıyla kuşku verici ilişkilerle, provokasyonlarla sahaya çekilme girişimleriydi. İran İslam İnkılabı sürecinde, dünya Müslümanların devrimci bir duruşla zulme başkaldırdıklarına şahit oluyorduk ve bu bize o zamana kadar milliyetçilik ile İslamcılık arasında cambazlık yapmanın yerine yeni devrimci bir çizgi ümidi sunuyordu. Bunun yanında yeni düşünceleri tanıma, mücadele metodu tecrübelerinden yararlanma gibi başka imkanlar da oluşuyordu, özellikle Aydınlık Gazetesi ekibinden yazarların sıkça Fatih’e uğramaları tam da bu zamana denk geliyor olması da manidardı ve biraz da ezikliğin ifadesiydi.

Dünyada bir proletarya devrimi beklenirken, “dinin afyon olduğu” tezlerini parçalayan bir devrim olmuştu. İlk sinyallerinden anladığımız kadarıyla milliyetçiler, solcular ve Müslümanlar Şah’ı devirmek için birlikte hareket ediyorlardı. Sol düşüncenin belli kesimlerinde bize yönelik öfke, suçlamalar dinmiyordu. Diğer yandan ‘kurtarılmış bölge’ hayalperestliği ile başlatılan bir süreçte semtler paylaşılıyor ve başka düşünceden insanlara yaşam hakkı tanınmıyordu. Özenti, benzeşme veya bazı yerlerdeki hareketlere öykünme bize de yabancısı olduğumuz ufuklar açıyordu, diğer yandan ise ısrarla İslamcılık sağ-sol çatışmaların içerisine çekilsin diye ellerini havaya açıp dua eden kesimler de yok değildi. Tahrik, ajitasyon ve gençlerin vurulmasına ilave olarak Aydınlıkçıların sürekli Fatih’e gelip Remzi Pekdemir veya Edip Yüksel gibi okumuşlarımızla orta yol tartışmalar yapmasının çok da amaçsız olduğu söylenemezdi. Ülkücüler ve yerli-milli kesim tam da böyle bir zamanda, Metin Yüksel ve arkadaşlarının doğru bir duruş sergilemesinden rahatsız oluyor ve ısrarla İslamcılar konusunda “Yeşil Komünistler” algısını yayıyorlardı.

Metin Yüksel, genç yaşına rağmen yetmişli yıllarda İslamcılar arasında liderlik yapabilecek yürekli, fedakar ve basiretli bir gençti. Fatih Akıncılar başkanlığın ötesinde çevrede sevilen sayılan, ismi yiğitlikle sembolleşen ismi sürekli gündemde olan bir gençti. Çevresinde küçük bir genç grubu vardı ama yürekliydiler. İKO, Ak-güç ve Akıncılar içerisinde her miting, her etkinlik ve her faaliyette bu küçük gurubu görmek mümkündü. Giyinişleriyle, duruşlarıyla, organize oluşlarıyla seçkin bir gruptu. Neredeyse sabahlara kadar Fatih camisinin bahçelerinde veya cami çevresindeki yurdun herhangi bir odasında sohbetler ve geleceğe dair umutlar mutluluk vericiydi. Çevremizdeki riskli noktalardan biri Küçük Mustafa Paşa semtiydi, radikal solun kurtarılmış bölgesiydi. Bazı geceler, alan hakimiyeti maksadıyla yazı yazmaya giderdik. Radyodan dönüştürme dar mesafeli iki telsizimiz vardı, bunlardan biri Metin Yüksel’in elindeydi. Tahmin ettiğim kadarıyla bu Edip ile birlikte geliştirdikleri telsizlerdi. Yüksek yüksekokullar okumamıştı, babasının ilim rahlesinden beslenmekle yetiniyordu ama büyük bir cesaretle devasa harflerle sloganlarımızı en usta ressama taş çıkarırcasına yazıyordu. Sebebini bilmesem de hep yakınında durmak bana mutluluk veriyordu. Bir ara bir camın altındaki düz beyaz duvara yazmayı bıraktı, sokak lambasının ışığı altında tebessümle yüzüme bakıp “korkmuyor musun?” dedi! “Yok!” dedim. “Ama yine de çok dikkatli ol, buralar çok tekin değil!” deyip, telsizdeki kısık sesin eşliğinde yazıya devam etti. Korku nedir bilmiyorduk ki! Sadece bir not olsun diye, yoksa konumuz biraz farklı ve günlümün akışına kapılıp yazdığımda yazı uzuyor. İslamcılık literatürüne yabancı olanların kimi zaman birilerine “Metin Yüksel’in ve Sedat Yenigün’ün dava arkadaşı” dedikleri aslında doğru değil, hiçbir zaman bu tür etkinliklerde olmazlardı, kendilerini hep güvende tutuyorlardı; hep biz onların afiş asmalarına, yazı yazmalarına, miting alanını düzenleyip korumaya veya düzenlenen gecelerinde destek olmaya koşardık. Onlar çoğunlukla görünmezdiler ve daha kötüsü o zamanlar ülkücülerin veya komünizmle mücadele derneği geleneğinden gelenlerin Metin Yüksel’e komünist, Kürtçü yaftasını yapıştırmaya çalışanların korosuna sinsice, dedikodu kanalıyla destek veren ikiyüzlülerdi. Metin, o zaman Eminönü’nde olan Sebze Hali hamallarıyla çekinmeden Kürtçe konuştuğunda rahatsız olanlar, ırkçıların algı operasyonuna katkı sunuyorlardı.

İtibarsızlaştırma, şaibe oluşturma baskısı altında o gün İzmir’den dönmüş Metin Yüksel Cuma namazı çıkışında Fatih Camii avlusunda, o kutsal kabul edilen mekanda kalabalık içerisinde ülkücü katillerin pususuna düştü. Metin Yüksel’in vurulması esnasında İhsan Barutçu’nun sırtına silah dayadığı ve ’Sakın davranma’ dediği Mehmet Ali Tekin tetiği çekenin Barutçu’nun arkadaşı olduğunu söylemişti. İlginçtir, dört beş yıl önce Erzincan Başbağlar’da gördüğüm İhsan Barutçu o zamanlarda Vefa Lisesinde okuyordu ve bu olaydan iki yıl önce Metin Yüksel onu solcuların elinden kurtardığı bir ülkücüydü. Ülkücüler bir gece önceden tahrik etmeye başlamışlardı ve Müfit Yüksel’e İhsan Barutçu’nun da içinde bulunduğu bir ülkücü grup sopalarla vahşice saldırmışlardı. Yüzlerce insanın gözü önünde, cami avlusunda Metin Yüksel’e saldırmaktan çekinmeyen eli kanlı ülkücüleri teşhis ettiler biri hariç.. O birinin adını hiç kimse söylemedi veya söylemesine izin verilmedi. Mithat Gönen, Selman Oran, İhsan Barutçu ve Ali Bilir yakalanıp yargılandılar ve İhsan Bal daha sonra yakalandı; ancak birçoğunun gasp ve benzeri olaylardan dolayı zaten cezaları vardı. Katiller zahiren yakalanmıştı ama sır, sır ve faili meçhul olarak kalmaya devam etti. Neden Metin Yüksel hedef seçildi ve neden İhsan Barutçu ve Ali Bilir “ben vurmadım” savunması karşısında “kim ateş etti” sorusu hep cevapsız kaldı. Son zamanlarda kimin tarafından servis edildiği bilinmeyen bir haberde, “kurşun sıkan ceza almadı” dedikleri kişinin Hasan Yeşildağ ismi gündeme geldi. Cinayeti, birilerinin önünü açmak maksadıyla planlayanın Özel Harp Dairesi olduğu yolunda haberler de çıktı, ancak; Özel Harp Dairesi’nin neden Metin Yüksel’i seçtiği konusu aydınlanmadığı gibi, bu tetikçilerin ÖHD ile nasıl bir ilişki içinde oldukları açıklanmadı. MHP tüm bu karanlık işler ve illegal aktörlerle bağlantısı deşifre olmasın diye büyük gayret gösteriliyordu, ancak yarım aşıra yakındır GLADYO ekibinin bu ülkede neler yaptığı giderek gün yüzüne çıkıyor.

Hakikatin zamanla ortaya çıkma gibi bir özelliğinden olsa gerek, Kadir Mısıroğlu‘nun sıkıyönetim zamanında yasak olmasına rağmen Yeni Kapı’dan Fatih’e kadar yaptığımız korsan gösteriden sonra yüzlercemizin gözaltına alınıp, cemselerle Beşyüz Evler’deki kışlaya götürülüp, sayının çokluğundan dolayı sabah büyük bir grubumuzun serbest bırakılıp Edip Yüksel ve Tayyip Erdoğan gibi bazı isimlerin gözaltında kalmalarının ardından, ben aynı gün iki olayda yaşadığım mağduriyetten dolayı Kadir Mısıroğlu’na avukat bulması için gidip haber vermiş olmam üzerine, bizim oradan ayrılmamızdan sonra Selimiye Sıkıyönetim Komutanlığına gittiğini ve Edip Yüksel ile arkadaşlarının anarşist olduğunu, onların tutuklanıp Tayyip Erdoğan’ın serbest bırakılmasını söylediğini daha sonraki konferans videolarından öğreniyorduk. Garip bir durum, karanlık ilişkiler ve ortaya çıkan hakikat. Soner Yalçın’ın “Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” adlı kitabında bu konuyla ilgili garip şeyler anlatıyor… Anlattıklarına kuşkuyla bakmanın yanında son zamanlarda ortaya çıkan farklı ilişkiler, söylediklerinin çok da yabana atılacak şeyler olmadığın düşünmeyi dayatıyor. Soner Yalçın, Nagahan Elçi ve Metin Yüksel’in suikastında ABD’nin parmağı olduğu iddialarını yazan Gazeteci Mustafa Hoş Bigboss kitabında ise Metin Yüksel’in ölümü şöyle anlatılıyor;

“O yıllarda daha çok ön planda olan bir isim vardı, Metin Yüksel. 1958 doğumlu Metin Yüksel 18 yaşında olmasına rağmen Akıncılar arasında çok ünlenmiş bir isimdi. MSP gençlik kolları başkanı Tayyip Erdoğan’la da Fatih semtinde yolları kesişmişti. Yakın tarihin en önemli cinayetlerinden biri olan Metin Yüksel’in öldürülmesinde hala birçok sis perdesi var ve bugün bile esrarını koruyor. Cinayet sebebi olarak Fatih bölgesinde etkinlik kurma kavgası dense de derinlerde çok daha başka iddialar, şüpheler var.”

Mustafa Hoş, ‘Big Boss’ isimli kitabında, o zamana kadar ismini çok duymadığımız Hasan Yeşildağ’dan bahsediyor. 1979 yılında Ülkücü Gençlik Derneği Üsküdar Şubesi’nin kurucusu olan Hasan Yeşildağ’ın Fahrettin Yılmaz isimli bir kişiyi öldürdüğü, bazı soygunlar yaparak cezaevinde yatan ülkücülere yardım ettiği yönünde bilgilere de yer veriyor. Mustafa Hoş, ‘Big Boss’ isimli kitabında Yeşil Kuşak Ülkücüleri bölümünde Yeşil Kuşak Ülkücüleri’nin Tayyip Erdoğan’la yollarının nasıl kesiştiği anlatılıyor. Pınarhisar Cezaevi’nde Tayyip Erdoğan’ın korumalığını yapan Hasan Yeşildağ, Yeşil Kuşak Ülkücüleri ile bağlantısının da kilit ismi. Hasan Yeşildağ’ın Abdi İpekçi suikastı ile başlayan suç tarihinin tüm detayları da Big Boss’ta ayrıntılarıyla yer alıyor. Kitapta 2006 yılında Mehmet Ali Ağca’nın hukuksuz bir biçimde serbest bırakılması ve sonra tekrar gözaltına alındığında kardeşi Adnan Ağca’nın “Hasan Yeşildağ, her gün gizli gizli görüşme yapıyorlar, Mehmet Ali Ağca’nın suç ortağı Hasan Yeşildağ’dır” sözleri de bulunuyor.

Kitapta Yeşil Kuşak Ülkücüleri arasında tartışmalı bir helikopter kazasında ölen Muhsin Yazıcıoğlu, Abdi İpekçi suikastı sanığı Musa Serdar Çelebi, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’u öldüren Muhsin Kehya, Erdoğan hapisteyken Pınarhisar Cezaevi’ni ziyaret eden Sedat Peker, MHP Genel Başkanlığı’na aday olan ve sonra AKP Milletvekiki adayı olan Ramiz Ongun adları geçiyor. Kitapta Erdoğan’ın en yakın adamlarından Hasan Yeşildağ’ın Abdullah Çatlı, Tevfik Ağansoy ile illişkileri de anlatılıyor. O dönem ülkücülerin genellikle Kontr-gerilla progesi içerisinde Gladyo tezgahlarından geçtiklerini düşündüğümüzde bu söylenenlerin çok da temelsiz olduğu söylenemez.

Nagehan Alçı İhsan Barutçu’nun, Metin Yüksel‘i vuran grubun içinde yer aldığını yazdı. Tetiği kimin çektiği konusunda sır perdesini aralamasa da Özel Harp Dairesi’ni adres gösteriyor.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Nagehan Alçı’nın belgesiz konuşmadığı söyleniyor. Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı’nın yazısından sonra bu durum birçok haber sayfasında tartışıldı. Metin Yüksel, kafa karıştıran milli yazarların ve dergi şovmenlerinin sloganik duruşlarının aksine, hak, hukuk, insani değerler, mazlumlar safında yer almış ve zulme karşı duruş sergileme açısından bir grup arkadaşıyla birlikte en doğru yerde durmuştu ve bunun bedelini o ve Sedat Yenigün gibi değerler canıyla öderken, önemli bir kısmı da hapis cezalarıyla ödediler.

Beyaz Tv ekranlarında 1979 yılında cami çıkışında katledilen Metin Yüksel’in katilleri olduğu iddia edilen MHP’li İhsan Barutçu ve Ali Bilir’le Dinamit programında canlı yayında karşı karşıya geldi. Metin Yüksel’i kendisinin öldürmediğini söyleyen Barutçu ’O kurşunu sıkan ceza almadı.’ dedi.

Programda ateş edenin Ali Bilir olduğunu söylemesi üzerine canlı yayına telefonla katılan Ali Bilir, Latif Şimşek’in ’Metin Yüksel’i siz mi öldürdünüz?’ sorusuna ’Ben öldürmedim!’ cevabını verdi. Ali Bilir, Metin Yüksel’i öldüren kişinin kim olduğu sorusunu ise cevapsız bıraktı. 11 yıla yakın hapis yatmış olmalarına, Metin Yüksel’in mazlumiyetine inananların lanet yağmuruna maruz kalıp, vicdan azabı içerisinde kavrulmalarına rağmen ateş edeni ve nasıl bir organize olduğunu söyleyemiyorlar! Ateş eden katil yakalanmadı, ceza almadı ve ismi de hep sır olarak saklandı. Garip değil mi?

Metin Yüksel’in varlığından rahatsız olan, sadece ülkücüler ve onların hayranı İslam’ı omuzlarında yük olarak gören Osmanlı hayranı sünepe yerli-milli çömezleri değildi, radikal solcular da öfke duyuyorlardı. 26 Ekim 1977 günü Darüşşafaka Lisesi’nin önünde üç arkadaşı ile birlikte sekiz komünistin saldırısına uğrayan Metin Yüksel, ikisi midesine, biri de dizine olmak üzere üç kurşun yarası almasına rağmen çatışmadan sağ kurtuldu.

İki yıl sonra bu kez derin devlet içerisinde devlet olan kendilerini ülkücü olarak tanımlayan katiller, 23 Şubat 1979 tarihinde Fatih Camii’nin avlusunda Cuma namazı çıkışı Metin Yükseli cemaatin gözleri önünde katlettiler. İslami terminolojiyi bilmediklerinden değil, bilinçlerinin ırkçılıkla zehirlenmiş olmasından olsa gerek, bir kısım muhafazakâr kesim medyası “Fatih’te bir komünist vuruldu” haberleriyle, dinden ne anladıklarını ortaya koymaları sadece ülkücü kesimi masum gösterme şeytanlığıydı…

Bu ırkçı şeytan kırıntıları 5 Temmuz 1980 günü Fatih Camisi’nin arka sokaklarında, bir berberde üzerine kurşun yağdırılarak katledilen 30 yaşında bir öğretmen olan Sedat Yenigün konusunda da “Fatih’te Bir Komünist Öldürüldü” şeklinde haberler yaptılar. Aynı çizgide gençliğin lideri konumunda olan her ikisinin katledilmesiyle ilgili gerçek organize ve katiller hep gizli kaldı. Metin Yüksel’in vurulması çetesinde deşifre olanlar belli bir süre hapis yatıp çıktılar ama olay hep “Faili Meçhul” kaldı ve kurşunu sıkan ‘devletin bekasını tehlikeye sokacak tuğla’ gibi sır olarak saklandı. Kendisine suikast düzenleyenler her ikisini rastgele seçmiş değillerdi, hakikatin parçaları ortaya çıktıkça bunu daha iyi anlıyoruz.

Hicret yurdunda kendi odalarında Kürtçe konuştukları için yurttan atılan iki Tatvanlı çocuğa yapılan hakaretten haberdar değildi ama doğal olarak Kürtçe bilenle Kürtçe konuşmayı, duvarlara yazdığı sloganlar arasına bir de Kürtçe slogan yazmayı en doğal hak, tavır olarak gören Metin Yüksel’in bu davranışına bilinçaltlarındaki zehrin sarhoşluğu içerisinde mertçe söylemeye cesaret edemeyenler, sinsice Metin’in Kürtçü olduğunu yayıyorlardı. Melaların en disiplinli, eğitimlileri arasında ün salmış babası Mela Sadreddin’in ilim rahlesinden beslenmiş Metin Yüksel’in ırkçılık ile hakkın ne olduğunu ayırt edebilecek bilgiye ve ferasete, dünyadaki bütün mustazafların zulümden kurtulmasını isteyen yüreğe sahip olduğunu bilmeyen yerli-milli çevreler onun Kürtçe konuşmasından çok gençliğin sembolü haline gelmesinden rahatsızlık duyuyorlardı. Kürtçe konuştuğunda, “hepimizin anladığı bir dili konuşsan”, “konuştuğun dil hangi dildir”, “Türkçe konuşsan” diyenlere inat Konya mitingine gitmeden önce Fatih camiinin çevresindeki ana caddeye bakan yurdun duvarına metrelerce uzunlukta Kürtçe slogan yazmayı ihmal etmiyordu.

İran’da Şah karşıtı gösterilerin yaygınlaştığını Metin ve Edib’in İranlı öğrencilerle kurdukları ilişkiden gelen kaynaktan öğreniyorduk. Silahlı küçük grupların mücadelesini gölgede bırakacak şekilde halk Ortadoğu’nun bir diktatörünü devirmek üzere kenetlenerek sokağa çıkmıştı. Müslümanı, milliyetçisi, solcusu tek bir hedef etrafında birleşmişti. Biz de heyecan duyuyorduk. Metin Yüksel’in çizgisiyle hazırlanan “Sen İran’dan Kıracaksın Zinciri, Ben Buradan” afişlerini MSP’nin afişlerinin orta kısmına yerleştirmiş, Beyazit, Çemberlitaş duvarlarına fark ettirmeden duvarlara astığımızın İran afişlerini gören polisler birkaç kez gelip kolumuzun üzerindeki afişlere baktı, bir şey görmeden gidiyorlardı ama biz, ortamın gerginleşmesinin, üst üste faili meçhullerin askeri darbeye zemin hazırlama anlamına geldiğini bilmesek de bu müsamahanın, iktidarda Milli Cephenin olmasından kaynaklandığını iyi biliyorduk.

Mollaların halkın önünde asrın diktatörlerden biri olan Şah’a karşı yürümeleri görüntülerine rağmen, İsmailağa gibi Osmanlı türü Sünni geleneğin “rafizi, ehl-i bidat, 5. mezhep” dedikleri İran’a sıcak bakmamızı çok hazmettikleri söylenemez. Derin devletin de çok hoşuna giden bir durum değildi, Zekerya Beyaz denilen meçhul milliyetçi biri, o dönemlerde reddiye yazmakla meşguldü. Geleneğe karşı duranlar bedel ödemeye devam ediyordu. Yeni Kapı’dan Fatih’e kadar yaptığımız korsan gösterinin ardından Kadir Mısıroğlu’nun Selimiye Sıkıyönetim Komutanı’na verdiği talimatla birlikte bir grup arkadaşıyla tutuklanan Edip Yüksel, Kartal Cezaevi’nde ülkücü katil çetesinin hedefindeydi. Beyinleri yıkanan, talimatla hareket eden katiller tanımadıkları, görmedikleri birine cezaevinde suikast düzenliyordu, ancak o zannedip başka birini vurmuşlardı. Başka bir cezaevine sevk edilmese belki o da eli kanlı ülkücüler tarafından katledilecekti. Orada da derin planlar eksik olmadı, boş bir koğuşa eli kanlı bir ülkücü tetikçiyi sevk etmişlerdi ve o da başlangıç olarak Ali Bilir ve İhsan Barutçu aleyhinde tanıklık yapmamaları uyarısında, tehditinde bulunarak işe başlamıştı. Edip Yüksel hala bu gelenekçi Osmanlı tarzı İsmailağa Sünniciliğinin hedefinde…

"Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir." diyerek, bütün hakikati tek bir cümleye sıkıştıran Metin Yüksel gibi hakkı, hakikati müdafaa edenler insanlık tarihinden hep olmuştur, olacaktır.

Dünyanın dengesi bunun üzerinde şekilleniyor. Her şeyimiz olan bir hakikatin cümlesidir bu. Dilimiz, yaşamımız, hakikatimiz bu cümlede gizlidir ve kendimizi bununla ifade ediyoruz. Dünyamızı, insana bakışımızı, okumalarımızı, sosyal hayatımızı bu dil biçimlendiriyor. Kimliğimizi bu cümlede özetliyoruz…

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER