VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 19 February 2020 19:04:26

0 Yorum

Kez Okundu.

Metin YÜKSEL Suikasti Gladyo Planı mı?

METİN YÜKSEL'İN VURULMASI GLADYO'NUN PLANI MIYDI?

Şehadetinin 41. yılında Metin YÜKSEL' in aydınlanmayan  Katliamı ve bilinmeyen yönlerini Yazar Aynı zamanda  arkadaşı olan yakup  ASLAN Yazdı.

H24hbr/ BİYOGRAFİ

1974’te Yargıtay’a dosyamız gidince bizi cezaevinden tahliye etmişlerdi. Ancak, Yargıtay belki dosyayı da okumadan cezamızı otomatik olarak onaylayınca İstanbul’a gelmiştim…

Hayatımda hiç görmediğim bir dönem İstanbul’da bekçilik yapmış ve daha sonra ayrılıp Kadınlar Pazarı’nda orta yerde uzanan ahşap eski dükkanlardan birinde sattığı ürünlerle geçimini sağlayan Hasan amcamı ziyarete gitmiştim. Yeğeni Rahmi ile birlikte hemen o gece bizi Norşin’in meşhur alimlerinden Sadrettin Yüksel’in evine götürmüştü…

Amcamın Türkçesi iyi değildi ondan dolayı hep Kürtçe konuşuyor, soruyordu. Hoca da Türkçe cevap veriyordu. Garipsemiştim. Sonra amcama sorduğumda Kürt melalara kızgınlığından dolayı Kürtçe konuşmadığını anlattı.

Geç saate kadar oturduk. Metin’i, Edib’i, Nedim’i ilk defa orada gördüm. Ertesi gün amcamın yeğeni Rahmi beni aldı Haydar’a götürdü. Asırlık, ihmal edilip, terk edilmiş taştan küçük bir yapıyı derneğe dönüştürmüşler. İçeride küçük bir masa ve masanın arkasında duvara asılı Moro Destan’ından alınma elle çizilmiş bir posterin önünde Metin Yüksel

Hava soğuktu, biraz muhabbet ettikten sonra ayrıldık. Daha sonraki süreçte hep görüştük. Serhat’tan gelen bir genç olarak, hep onun yakınında durmaya çalıştım. Gündüz gazetede çalışıyor, gece de geç saate kadar Fatih camiinin çevresindeki bahçelerdeydik…

Yıllık iznime gittiğimde Vakıflar yurt müdürü akrabamı ziyaret esnasında zorunlu tanıştığım Erbakan hocanın koruması Savaş ile görüştükten sonra, Hakkari dönüşümde eve girer girmez çok garip bir şekilde mahalle kuşatma altındaydı ve beni yakaladıkları gibi Danıştay’ın onayladığı cezanın geriye kalan kısmını çekmek üzere Van hapishanesine gönderdiler… Sağcı koğuşları yoktu, geneli solcu koğuşları ancak aşiret tasnifi burada ideolojinin önüne geçiyor.

Küçük bir şehir herkes birbirini tanıyor. TRT’nin birkaç saatliğine yeni yayına başladığı dönemlerde, koğuşta küçük siyah beyaz bir televizyonumuz vardı… Sıkıyönetim, sağ-sol çatışması, suikastlar, patlayan bombalar ve gergin ülke ile ilgili haberler bizi ilgilendiriyordu. Bir de yaptığımız o kalabalık mitinglerin esintisiyle her an bir inkılab hareketinin başlamasını da beklemiyor değildik. 23 Şubat 1979 tarih.. Kitap okuyorum ama kulağım ajansta…

Haberin ilk sırasında yüreğimizin tam orta yerine saplanan Metin Yüksel’in ülkücü katiller tarafından vurulması vardı… Tahliyeden sonra dernekte otururken bir baktık Tahir haki parkesiyle kapıda belirdi… “Kırmızı taksili Qeşmeri Van’a kadar takip etmişti. Van’da izini kaybettiğini söyleyince birkaç gün sokak sokak Qeşmeri aradık… Bulamadık tabii.. Yer yarılmış içine girmişti. Qeşmer dediği Metin Yüksel’i katledenlerden biri olan ülkücü Ali Bilir’di…

Ülkücü bir grubun işlediği cinayetin sıradan bir olay olduğunu sanıyorduk. Sol kesimin sıklıkla dillendirdiği ‘Derin Devlet’, ‘Gladyo’, ‘Kontrgerilla’ gibi kavramların ne anlama geldiğini düşünmeye bile vaktimiz olmadan, askeri darbe oldu ve her şey buharlaştı. İkiyüzlülüğün, korkaklığın şovmenliğe evrildiği zamanlarda Metin’in sağlığında burun kıvıranların veya özel mahfillerde dedikoduculara taş çıkarırcasına buzağının altında öküz arayanlar, birden bire onu kendisine malzeme yapmaya başlamıştı… Baskın duyguların hapsedildiği vicdanlardan böylesine refleksler sadır olması aslında çok anormal değildi.. Yaşadığımız coğrafya bu seviyede tutulmaya mahkum edilmiş gibi duruyor..

Doğrusu konumuz da bu değil. “Kim ne söyledi?”, “kim nasıl davrandı?” çok ayrıntı konulardır. Neden vurulduğu, hedef seçildiği ve İslamcılık geleneğinden gelenlerin neden sürekli olarak ülkücülerle ortaklık içinde olduğu bize manidar geldiği gibi, geçmişle samimi bir şekilde yüzleşmenin gerektiği de sürekli olarak yüzümüze çarpıyor. Geçmişten bugüne kadar devam eden süreçte, radikal küçük bir grubun dışında kalan İslamcılığın, milliyetçi ve ülkücülerle neden hep rahatlıkla ortaklık kurulabilecek kesim olarak görülmüş oldukları düşündürücü olmuştur.

Bütün kesimlerin desteği ve özgürlükler şiarıyla işbaşına gelen Ak Parti iktidarı daha ortaklık kurulmadan önce çok farklı bir zeminde seyrediyordu. Gülen cemaati ile ortaklık sürdüğü esnada “ırkçılık ayağımın altındadır. En Yakın arkadaşımı şehit ettiler, Metin Yüksel’in katili olduğu belirlenen iki kişi yakalandı; şehit de tanıdık, katil zanlısı da.” diyen Erdoğan, daha önceki ortaklık bozulup Bahçeli, Ağar, Çiller, Peker, Yeşildağ gibi ülkücülerle ortaklık kurulunca daha öncesi Metin Yüksel ile ilgili söylemlerini, toplumu rahatlatıp, özgürleştirmeye dair mesajları gibi birden bire unuttu…

O günlere geri dönersek.. Metin Yüksel bütün alanlarda yürekliliğiyle daha genç yaşında hızla yükseliyordu… Onun sayesinde hiçbir günümüz, gecemiz durgun geçmiyordu. Mitingler, afiş asmalar, duvarlara yazı yazmalar veya etkinliklere katılma yaşamımıza renk veriyordu. Misal, Tepebaşı gazinosunda bir etkinlik var herkes dağılıyor ama biz oturuyoruz. En sonda çıkıyoruz toplu halde ve birden bire sıkıyönetimin “korsan gösteri” dediği bir yürüyüşün içinde slogan atıyor oluyoruz. Bu güzergahta, Küçükpazar veya Eminönü’nde hamal veya seyyar satıcılarla Kürtçe konuşması en küçük bir fırsatı kaçırmayan dedikoduculara malzeme oluyordu. Onun, yoz kişiliksizliklerin dedikodusuna çok aldırış ettiği söylenemez…

Geliştirdiği hak ve adalet eksenindeki retorik kısa zamanda bütün Türkiye’de tanınır hale gelmesini sağlıyordu. Şu anda racon kesenlerin pek çoğu fikir ve eylem alanında, onun onurlu duruşu karşısında silikti. Mustafa Bilgi ve ardından Metin Yüksel vurulunca onlara meydan açıldı. Güzel insanlar birer birer hayatımızdan çıkıyordu. Şehmus Durgun da cezaevinde infaz edildi ve ardından düşünce zemininde entelektüel bir birikim sahibi Sedat Yenigün 1980 askeri darbesinden önce yine o bilindik yapılanma tarafından kalleşçe vuruluyordu.

Akıncı Gençliğin önde gelen ismi Metin Yüksel'in Fatih Camii avlusunda Nakşibendi tarikatı bağlısı, eşi kara çarşaflı ve MHP yöneticisi; İhsan Barutçu, Ali Bilir ve arkadaşları tarafından kurşunlanması sonucunda hayatını kaybetmesi, belli bir kesimde sevinçle karşılandı. Gazetelerinde “bir komünist vuruldu!” dediler. Metin Yüksel'in katillerinin isimleri belliyken, Ak Parti iktidarı ve ekibi ne hikmetse ülkücülerden hesap sorma ve perde gerisindeki derin planı araştırmanın yerine, onların vesayetini kabullenir tarzda ortaklık yapmakta zerre kadar tereddüt etmedi ve katilleri "kavmiyetçiler" diye nitelendirerek adeta gizlemeye çalışmaktan da geri durmadı. Metin Yüksel, her zaman ve platformda haktan, hakikatten ve mahrum bırakılmışlardan yana duruş sergilediği için güçlü bir kişilikti. Bu misyon doğrultusunda imkanı olmayanlar için kurduğu dispanserde, Cumartesi ve Salı günleri ücretsiz muayene ve ilaç hizmeti vererek tavrını ortaya koyuyordu. Bizim mahallede ulusalcı muhafazakarların algı oluşturma çetesi, sivrilmek isteyenleri itibarsızlaştırmada çok becerikliydiler.

Dedikodularıyla sol grupları Metin Yüksel ve arkadaşlarına karşı kışkırtma ve tahrikleri sonucunda 26 Ekim 1977'de bir efsane gibi konuşulan Metin Yüksel ve arkadaşları, silahlı saldırıya uğruyor, Metin Yüksel, 3 kurşun ile yaralanıyordu. Küçükmustafapaşa duvarlarına Türkçe, Kürtçe ve Farsça sloganlar yazmakla meşgul olduğumuz sıralarda, bunu ayrıntısıyla anlatıyordu. İskenderpaşa dergahı müridi olan ülkücü ve diğer muhafazakar çevreler, Metin Yüksel’in sivrilmesini ve rafizi gördükleri İran gibi bir topluluğu gündeme getirmesini hazmedemeyip onun Şia olduğunu yaymaya çalışarak itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar… Diğer yandan onun bazı hamallarla Kürtçe konuşması ve aynı zamanda büyük dedikoduya malzemesi olan duvarlara Kürtçe slogan yazması yine bu ülkücüler ve ortakları tarafından Kürtçülük yaftası yapıştırmalarına sebep olmuştu.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Bu itibarsızlaştırmanın tesadüfü olduğunu sanmıyorum. Hazırlanan planın öncesinde itibarsızlaştırma operasyonuydu bu.. Yani vurulmasının etkisini hafifletmek için bu propaganda tercih edilmişti, diye düşünüyorum. İftira ve yalanla mahalle dedikodusu olağan olmayan bir tarzda yaygınlaştı. Ortak zihniyetleri ırkçılık olan bu grubun yalan, iftira, tahrik ve yönlendirmeleri sonucu, 23 Şubat 1979 tarihinde birçoğunun isminin gizlendiği Fatih Ülkücülerinden bir grub tetikçi, Metin Yüksel'i Cuma namazı çıkışında kurşunlayarak katlediliyordu...

Akıncıların kurtarılmış bölgesi olarak görülen Fatih’te yurtları olan, faaliyetlerine, propagandalarına ses edilmeyen sağ bloktaki ülkücülerin birden bire saldırganlaşmaları ve cami çıkışında herkesin sevip saydığı Metin’i vurmaları doğal bir süreç değildi. Kontrgerilla konsepti içerisinde var olan ülkücülerin kurgusu, komünizme karşı mücadele etmekti. Bu mücadelede muhafazakar kesimin de katkısı oluyordu. Misal olarak 6. Filo olayında Büyük Gazete ve Mehmet Şevket Eygi’nin sabah namazı organizasyonlarının az katkısı olmamıştı.

Gülen cemaati, Milli Mücadeleciler, Fesli Kadir Mısırlıoğlu ekolü ve tarikatlar hep bu kurgunun içindeydiler. Milliyetçilikteki ortaklık hep buradan geliyordu. Ruşen Çakır'ın, Fehmi Çalmuk'la beraber kaleme aldığı “Recep Tayyip Erdoğan” kitabında Erdoğan’ın katledilen arkadaşları için günlerce ağladığını yazıyorlar.

Oysa bir grub arkadaşlarının samimi çıkışları karşısında, MSP’nin tavrı İslamcı camiada garipsenmişti. Katillerin kimliğini açıklamaktan kaçınarak, sıradan bir başsağlığıyla olay geçiştirilmiş ve genelde Milli Cephe ortaklığı bu açıklamada da kendisini hissettirmişti. MSP İstanbul Gençlik Teşkilatı, "Metin'in kavgası sürdürülecektir" şeklinde açıklama ile olayı geçiştirmişti. İskenderpaşa ve diğer tarikat grublarına bağlı olan kesimler, ırkçılık konsepti içerisinde hiçbir zaman ‘Metin Yüksel’in neden katledildiği’ gibi bir endişe taşımadılar ve katillerin kimliğini gizlemek maksadıyla “kavmiyetçiler” şeklinde bir açıklamayla içi sulandırılmış bir tavır geliştirdiler.

Rabıta’nın Kenan Evren’in Diyanet’e bağlı imamlara, tarikat kümelenmelerine, Sünniliği yeni keşfetmiş bazı sözde yazarlara, bolca para aktarmasıyla birlikte İran’ın o günlerde yaymaya çalıştığı evrensel mesajını sahiplenen Metin gibi öncüleri hedefe koymuş oluyorlardı… Böyle bir savaşın tam orta yerinde, Metin Yüksel’in ülkücü katillere öldürtülmesi sıradan bir olay değil.

ABD, Suudi Arabistan/yerli uşakları ve eksen içerisinde belli bir yer kaplayan ülkücülük Bermuda üçgeninde, Metin'in kaleminin kırılmasına onay verilmiş olunmasının bir grub ülkücü tetikçi tarafından verilmiş olduğunu düşünmek saflıktır. Özellikle son zamanlarda Hasan Yeşildağ, Tevfik Ağansoy gibilerinin de bu olayla ilintili olarak isimlerinin anılması hedef şaşırtma değilse, derin bir yapılanmanın varlığına işaret ediyor. O günün mesaj, propaganda ve oluşturulmaya çalışılan algının aslında ne anlama geldiğini, ortaya çıkan bazı yeni argümanlarla, ancak bugün doğru okuyabileceğimizi söylemek yanlış olmaz. Bazı şeyler var asla unutulmaz.

Bir avukat desteği için gittiğimiz Kadir Mısırlıoğlu o sıralar Edip ile birlikte Fatih karakolunda olan Erdoğan’a dair haber üzerine Metin Yüksel ile ilgili iğrenç bir değerlendirme yapmış ve “Ben Metin serserisine ‘aklını başına al’ demiştim. Beni dinlemedi b. yoluna gitti. Şimdi Edip onun yolunda. O da çok yaşamaz…” demişti. Çocuk yaştayız, büyüklere saygı esas ve bir de bizim zihnimizi kanaviçe gibi işlemesi için ona teslim olmuş gibiyiz.

Nasihat ettiğini sanıyorduk. Bunun aslında nasıl bir anlam taşıdığını daha sonra yaptığı bir konuşmanın videosunu sosyal medyada paylaşması ile öğreniyorduk. Haberi duyar duymaz Selimiye askeri mahkeme savcısı Albay Süleyman Takkeci’ye gitmiş, “Erdoğan’ı serbest bırakın o yanlışlıkla bunların arasına karışmış. Böyle anarşi işlerine karışmaz o. Edip ve arkadaşlarını tutuklayın, onlar bu anarşi olaylarını organize edenlerdir…” tarzında talimatlar verdiğini öğreniyorduk.

Yani şeytanın bile aklına gelmeyen işler bunlar. Doğal mecrasında samimiyeti, yiğitliği, pratik zekasıyla gençler içerisinde sevilen, sayılan bir kişilik olarak Metin Yüksel katledilince bu kez o zaman mesajlarını, duruşunu ve konuşmalarını doğru okuyamadığımızı bugün anlayabildiğimiz Osmanlı hayranı Kadir Mısırlıoğlu; yapay öncüleri, algıları düşünceleri empoze etme yoluna giriyordu. Sebil Dergisi, ‘Bir Yeni Fathin Eşiğindeyiz’ manşetiyle şaha kalkan bir at sırtında olduğu intibaını veren heyecanlı "konuşmacı"nın İslamcı gençlere şöyle hitap ettiğini yazıyordu: "Hayat büyük bir velinin ifade ettiği gibi iman ve cihad'dan ibarettir." Konuşmacı etkili hitabetiyle Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi.

Erdoğan konuşmasında, salonu dolduran gençlere hitaben şöyle diyordu: "Sizler bu müstakbel fetih hareketinin birer askerisiniz. Çoğunuzun adı Ahmet, Mehmet'tir. Bunlar o büyük varlığın adıdır. O büyük varlığın yani peygamberler peygamberinin. Lakin ne hacet! Gerektiğinde hepiniz birer Mehmetçik değil misiniz?" 5 Haziran 1980 tarihli Sebil Dergisi, Erdoğan’ı; "İslamcı gençliğin gerçek liderleri" şeklinde vasıflandırıyordu.

Suudi Arabistan Rabıta teşkilatının İran inkılabı yayılmacılık politikalarını engelleme bahanesiyle bolca dağıttığı paralardan Sebil Dergisi’nin nasiplenip nasiplenmediğini bilmiyorum ama o paralelde bir dönüşüm içerisinde olduğu açıkça belli oluyordu. Sebil, Tayyip'in büyük boy bir fotoğrafını da yayınlıyor ve fotoğrafın altına onun şu sözleri konuyordu: "Biz kurtarıcı bir nesiliz." Dilimin döndüğü kadar bu ortaklığa itiraz edeceğim, ediyorum. Çünkü ülkenin bu hale gelmesinde, canımızın yanmasında büyük payları olan ülkücü camianın İslam ile İslamcılık ile bir bağları olamaz…

Bizim düşünce örgümüzü Büyük Doğu manifestosuyla şekillendirmeye çalışan N. Fazıl Kısakürek’in son demlerinde onlara üstatlık yapması da bu durumu değiştirmez. İtirazım, ülkücüler ile ortaklık içerisinde olanların, ülkücü katillerce katledilen Metin Yüksel’i kendi politikalarına malzeme yapmalarınadır…

Şu anda Sedat Peker, Mehmet Ağar, Devlet Bahçeli, Hasan Yeşildağ gibi kıdemli ülkücülerle ortaklık yapmanın ötesinde tamamen onların vesayeti altında ırkçı refleksler sergilemekten çekinmeyen bir yapının, Metin Yüksel gibi mert, yiğit, sözünün eri bir değerimizi ağzına almaya hakkı yoktur. Aynı şekilde bu konsepte arkabahçe olmuş olanların da.

Yazar Yakup ASLAN

Bir  Rüyanın Ardından  Gefçeklaşen Sessiz Devrim Kıtabından

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER