VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 29 May 2020 08:54:49

0 Yorum

Kez Okundu.

Kudüs Günü’ne Sadık Olanlar

Kudüs Günü'ne Sadık Olanlar

H24》MAKALE 》 Hazım KORAL

KUDÜS GÜNÜ'NE SADIK OLANLAR

11 Şubat 1979 yılında İran coğrafyasında İslâm Devrimi zafere ulaştığında işgalci Siyonist İsrail'in başbakanı Menaham Begin, "İsrail için kara günler başlamıştır" ifadesini kullanmıştı.

İsrail'in 1979 yılına kadar sürdürdüğü işgalci/yayılmacı politikalarını ve "Arz-ı Mevud" hedefini bilmeyenler İslâm Devrimi'nden sonra Siyonistlerin yaşadığı travma ve hezimetleri de bilemezler. Siyonist İsrail ABD ve Fransa'nın Lübnan'daki varlığını fırsat bilip "en iyi savunma saldırıdır" mantığından yola çıkarak 1982 yılında Lübnan topraklarını işgale koyulmuştu. İran'da nasıl olsa yeni bir devrim olmuş ve devrim liderleri iç karışıklıklarla uğraşırken her hangi bir refleks ve tepki gösteremeyeceklerini hesap etmişlerdi. Her ne kadar, yukarıda aktardığımız sözleri Menaham Begin söylemiş olsa da sırtını dayadıkları ABD ve Fransa ne güne duruyordu.. Düşmanından korkuyor fakat ABD ve Fransa'dan aldığı cesaretle saldırmaktan da geri durmuyordu. Ayrıca, "Arz-ı Mevud" (Tanrısal vaad!) plânı var ya bir de buna kitlenmişler! Fakat ABD ve Fransa karargâhlarına yönelik yapılan istişhadî eylemler Siyonist çetenin iştahını kursağında bırakmaya yetmişti.

Bakınız, İslâm Devrimi Lideri İmâm Humeynî 14 yıllık sürgün hayatından sonra 1 Şubat 1979 yılında İran'a geldiğinde bir taraftan devrimin zafere ulaşması için çabalarken diğer taraftan da müstakil olarak Kudüs Ordusu'nu kurmanın hesabını yapıyordu. Çünkü İslâm Devrimi'nin en temel hedeflerinden biri de Filistin topraklarının bağımsızlığına kavuşturulma meselesiydi. Bu devrimin özelliklerinden biri de bütün İslâm ümmeti ailesinin sorunlarına eğilmekti. İslâm Devrimi'nin temel dinamikleri, temel bileşenleri ve temel ideolojisi bunu gerektiriyordu. Kısacası, bu devrimin teritoryal alanı lokâl ve İran coğrafyasıyla sınırlı değildi.. Bu devrimin hedefleri evrenseldir, cihanşûmuldür. Çünkü İslâm evrensel bir dindir. Bu din Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın dinidir. Bütün yeryüzüne şamildir. "Yeryüzünde fitneden/kötülüklerden eser kalmayıncaya ve din hükümleri Allah adına tatbik edilinceye kadar cihad ediniz. Ve haddi aşmayınız." (Bakara:193)

İmâm Humeynî bu ayeti en iyi bilen din âlimlerinden biri idi. Ve Yüce Rabbimiz Nûr Sûresi'nin 55'nci ayeti kerimesinin muştusu ile İmâm'ı taltif etti. "Allah, içinizden imân edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde iktidar verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır." (Nûr:55)

İmâm Humeynî ilâhî lütfa mazhar olarak, hayatta olduğu süre sorumluluk bilinci ve vakarı içerisinde, düşmanların tehditlerine ve kınayıcıların kınamalarına aldırış etmeden, doğru bildiği istikamette ödünsüz ve tavizsiz bir şekilde yoluna devam etti. ABD'nin tehditleri karşısında, lafını eğip bükmeden, çok açık bir şekilde, "Amerika hiçbir halt edemez" demişti. İşgalci İsrail'i ise örümcek yuvasına benzetiyordu.

Bu nedenle cesurca ve tavizsiz bir şekilde hareket ederek Siyonistlerin işgal ettiği Filistin ve Lübnan toprakları için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıydı. İlk iş olarak Kudüs Ordusu'nu tesis etmiş ve hükümet yetkililerine bizzat talimatlar vererek Suriye'de ofisleri olan Filistinli silahlı örgütlerle iletişime geçilmesini sağlamıştı. Ayrıca İran İslâm Cumhuriyeti mesulleri bu kapsamda Suriye rejimi ile de mütekabiliyet esasına dayalı bir takım anlaşmalara imza atmışlardı.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Hatta anlaşmalardan bir tanesi de, (Siyonist İsrail kastedilerek) eğer Suriye'ye her hangi bir saldırı söz konusu olduğunda İran'a saldırılmış kabul edilip dayanışmaya geçilecektir. Yine aynı şekilde İran'a bir saldırı olacak olursa Suriye'ye saldırılmış sayılacak.. Şu da bir gerçek ki, 22 Arap ülkesi içerisinde sadece Suriye ve Lübnan Filistinli örgütlere ev sahipliği yapıyor ve onlara lojistik destek sağlıyordu. Hatta Suriye rejiminin kendisi de bizzat Filistinli örgütlere silah ve mühimmat yardımında bulunuyordu. Hamas, İslâmî Cihad ve İzzettin Kassam yetkilileri bunu defaatle dile getirmişlerdir. Suriye ve İran arasındaki anlaşmalar ve fiilî dayanışma böyleydi. Özellikle Beyrut'a varasıya dek Güney Lübnan toprakları Siyonist İsrail tarafından işgal edilince bu dayanışma daha belirginleşmiş oldu...

Siyonist İsrail'in Güney Lübnan topraklarını işgal ettiğinde Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü bir mukavemet gösteremedi ve Tunus'a geçmek zorunda kalmışlardı. Lübnan'ın yerli halkı işgalcilere karşı bir şekilde direnmek zorundaydı. İşgalci Siyonizme karşı mücadele hususunda fikrî ayrılıklara düşen Lübnan Emel Örgütü'nün içerisinden bir kadro bu yapıdan ayrılarak Hizbullah'ı kurdu. Kısacası 1979’da İran’da gerçekleşen İslam Devrimi, Emel içindeki "Velayet- i Fakih" ilkesine inanan İmâm Humeynî yanlısı ekibi güçlendirdi ve Hizbullah’ın kurulmasının önünü açtı.

Hizbullah "Velayet-i Fakih"e bağlı olarak hiyerarşik bir yapı içerisinde faaliyetlerine başlamıştı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hizbullah'ın ilk ses getiren eylemi ABD ve Fransa'nın askerî karargâhlarına yönelik yapmıştı. Bu istişhadî eylemde 320 dolayında ABD, 80 dolayında Fransız askerî öldürülmüştü. ABD Vietnam yenilgisinden sonra ilk defa böylesi güçlü bir darbe ile hezimet yaşıyordu. ABD ve Fransa'nın alçaltıcı bir şekilde yemiş oldukları darbelerden sonra alel acele bütün birlikleriyle birlikte Lübnan topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardı...

Yeni oluşum içerisinde olan Hizbullah yapmış olduğu bu iki istişhadî eylem ile Lübnan halkı tarafından takdirle karşılanmış, hatta başta Hıristiyanlar olmak üzere Marunilerin, Durzilerin ve diğer etnik ve dinî kökenli halkın da teveccühünü kazanmıştı. Kısacası Hizbullah yerel bir örgüt olmakla birlikte İran'ı doğrudan üst makam olarak kabul etmekten de ictinab etmiyordu. Açıkçası Hizbullah bölgede düşmana darbe indiren İran'ın demir yumruğu idi. Öyle ki, Hizbullah işgalci Siyonistlere karşı verdiği gerilla savaşında üstün başarısından dolayı hem Lübnan'da hem de bölgedeki diğer ülkelerde popülaritesini ve gücünü hissettirmekteydi.

Siyasî sahada da belirleyici etkin güce ulaşan Hizbullah Kudüs Ordusu ile senkronize olarak uzun süren mücade sonunda (25 Mayıs 2000 yılında) bi iznillah işgalci Siyonistlere tarihlerinde ilk defa yenilgi ve zilleti tattırmıştı. Siyonist işgalci İsrail tarihinde ilk defa işgal ettiği topraklardan mağlûp ve zelil bir şekilde çıkmak zorunda kalmıştı. Bu zaferin muştusunu Şehid Abbas Muevî yıllar öncesinde şu sözlerle dile getirmişti: "Gidin İsraillilere söyleyin, biz Muhammed ordusuyuz, geri geldik ve Kudüs yolunda ilerliyoruz."

1982 yılından 2000 yılına kadar işgalci Siyonistlere karşı 18 yıl boyunca amansız bir mücadele veren Hizbullah, İsrail askerî birimlerine vurduğu her darbenin ardından Seyyid Hasan Nasrallah, "İşgalci Siyonistler şunu bilsin ki, Müslümanlar için yenilgi dönemi bitmiştir artık, yenilgiler dönemi gerilerde kalmıştır; artık zaferler dönemindeyiz" diyordu. Hem Şehid Abbas Musevî için, hem Hasan Nasrallah için "vaad-ü sadık" sözlerdi bunlar. Bunu sadece biz söylemiyoruz! Bakınız, Lübnanlı Hıristiyan sanatçı Julia Boutros şarkı sözlerinde direniş liderlerine ve özellikle Seyyid Hasan Nasrallah'a meth-ü senalarda bulunup "vaad-ü sadık" sözünü dile getirmektedir...

"Sonra o kitaba kullarımızdan seçtiklerimizi mirasçı yaptık. Onlardan kimi vardır, kendi kendine zulmeder. Kimi vardır, dengelidir, orta yolu tutar. Kimi de vardır, Allah’ın izniyle her türlü hayırlı işlerde önde koşar. İşte en büyük lutuf budur." (Fâtır:32)

Selâm olsun sadık olanlara ve önde koşanlara...

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER