VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 30 January 2021 12:08:30

0 Yorum

Kez Okundu.

İslam Güven ve Huzurun Teminatıdır

 İSLÂM GÜVEN VE HUZURUN TEMİNATIDIR

H24/Makale/Hazım KORAL

İnsan ontolojik olarak mutlu ve huzurlu bir hayata taliptir. insan dünya hayatında iyi bir geleceği olsun ister ve onu elde etmek için çabalar. İmân sahibi insanlar hem dünya, hem ahiret saadetine taliptirler ve dünyadaki yaşamları ahirete endekslidir.

"Rabb'imiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru." (Bakara:201) Bu duanın tahakuku için yüce dinimiz İslâm dünyave ahiret hayatının mutlulukla sonuçlanmasının yol haritasını sunmaktadır. Eğer insanlar İslâm'ın mesajını sunan elçiye içtenlikle ve halishane duygularla olumlu cevap verirlerse Allah'u Teâlâ'nın mağfiret ve rahmet sıfatlarının kapsamına girmiş olurlar ve onlar için hidayet yolları açılmış olur. Yüz çevirenler ise rahmet, mağfiretten ve hidayetten yoksun kalırlar..

İnsan ruhlar âleminde Allah'u Teâlâ ile yapmış olduğu misaktan (mukaveleden) dolayı misyon (sorumluluk) yüklenmiş bulunmaktadır. Bu sözleşmeden dolayıdır ki, insan mükafat ve mücazatın muhatabıdır. İnsan sözleşme koşullarına riayet ederse karşılığı cennet olan mükafatla ödüllendirilecektir.

"Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır... Adn cennetleri... İşte hesap günü için size vaat olunan şeyler bunlardır." (Sâd:49-53)

Dünya sınavını başarı ile vermiş olanlara Yüce Rabbimiz şu müjdeli davette bulunuyor: "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve cennetime gir." (Fecr:27-30) "(Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından korunan) takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadırlar... ve onlar oradan çıkarılmazlar." (Hicr:45-48)

Aksi takdirde, insan Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarından inhiraf edip, anlaşma koşullarını hiçe sayıcı şekilde bir hayat yaşarsa karşılığında cehennem azabını hak etmiş olacaktır. Şu bir gerçek ki, hakka mugayir olan her şey zulümdür. Bunların içerisinde tolere edilebilir, affedilebilir olanları vardır elbette, fakat şirke taalluk edenler affefilmemektedir. "Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun dışındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir." (Nisâ:48,116)

Şirkin en büyük zulüm, affedilmeyen kebahir günah olduğu bir gerçek. Rabbimiz bu günaha ilişkin şöyle bir ikazda bulunuyor: "İçinizden kim zulmederse ona büyük bir azap tattıracağız." (Furkan:19) "O gün, zalim kimse, ellerini ısırarak: 'Eyvah, keşke Rasul'ün yolunu tutmuş olsaydım." diyecek." (Furkan:27) "Yine şöyle derler: 'Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.” (Mülk:10) Yüce Rabbimiz, ayetlerle ikaz ve uyarılarını yapıyor ki, kendilerine hüccetin (açık delil ve kanıtların) gösterilip tamamlandığı kişiler bilerek imana ve amele sarılsınlar veya bilerek küfre sapsınlar. "Ve de ki: 'Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin.' Biz, zalimler için alevleri kendilerini çepeçevre kuşatan bir ateş hazırladık.." (Kehf:29)

Başlığımızda belirttiğimiz gibi, İslâm güven ve huzurun teminatıdır ancak bunun ön şartları vardır. Bu ön koşullar Allah Teâlâ'nın hükümlerine kayıtsız şartsız teslim olmayı, o hükümler muvacehesinde bir hayat yaşamayı gerektirmektedir. Bu hükümler bireysel/ailevî yaşama tekabül ettiği gibi toplumsal mükellefiyetleri de ihtiva etmektedir. İslâm her şeyden önce bir "paket program"dır.

Müslüman ümmet kolektif bir irade ile toptan Allah''ın ipine sarılıp (hukukun üstünlüğünü esas alan bir anayasal düzen ile toplumsal bir doku oluşturarak) İslâm'ı bir bütün olarak yaşadığında hedef ve amacına ulaşmış olur. İslâm'ı sadece günlük yaşam içerisinde bir takım edim ve ritüellere indirgemek din olgusu üzerinde anlam sapmasını da beraberinde getirir. Zira İslâm Batı literatüründe ifade edilen "religion" (din) sözcüğünün karşılığındaki anlamın çok üzerinde (siyasal düzenle ilgili) namütenahi yetkinlikte bir muhtevaya sahiptir.

Batı lûgatlarında geçen din (religion) sözcüğüne (özellikle 1789 Fransız Devrimi'nden sonra) dar kapsamlı seküler anlam yüklenmiş. Böylesi bir din anlayışında toplumsal düzenin tanzimine ilişkin hukuk normları/hukukun üstünlüğünü esas alan bir anayasal düzen projesi bulunmamaktadır. Oysa tahrif edilmiş İncil'de şöyle bir kayıt geçmektedir: "Ey Yüce Rab! Adın kutsal kılınsın! Gökyüzünde olduğu gibi yeryüzünde de senin kanunların geçerli olsun!" (Matta:10) Elbette ki Hıristiyan âlemi, büyük tahribatçı Rahip Pavlus'un İncil'e yerleştirdiği yorumlardan yola çıkarak İsa aleyhisselama atfedilen "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin!" sözünden yola çıkılarak seküler mantığın temellerini atmış olduklarından dolayı din hükümlerini toplumsal düzenin tanzimine taallûk eden alandan uzaklaştırmış oldular.

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

"Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya, Sezar'ın hakkı Sezar"a sözü Matta, Markos ve Luka İncillerinde birbirine yakın metinler olarak yer almaktadır.

(Matta, 22:15-20; Markos, 12:18-27; Luka, 20:27-40) Kilise tarafından kanonik olarak kabul edilmeyen Barnabas İncili'yle ilgili incelemelerde bulunan bazı objektif yazarlar Rahip Pavlus'un yaptığı müdahale ve değişikliklerle Hıristiyanlığı şeriatsızlaştırmış olduğunu tespit etmiş bulunmaktadırlar. Hıristiyan din adamlarının geldiği noktaya bakar mısınız?: ‘‘Şeriat olmasaydı günah olmayacaktı. Şeriat günahları belirlemiştir. Şeriatla dirilen (ortaya çıkan) günahlar insanı öldürmüştür. İnsanın yeniden dirilmesi için de şeriata uymaktan çok, İsa Mesih'e inanmak ve kalben temiz olmak yeterlidir. İsa, kanıyla bütün insanlığın günahlarını temizlemiştir, şu halde ona inanmakla temiz olunacaktır.’’

(Bizim toplumumuzda da, "kalbin temiz olsun, gerisini bırak" diyen yok mu?)

Evet, yukarıda "religion" olarak ifade ettiğimiz "din" olgusu tamamen sosyal hayattan, toplumsal düzenin tanzimine ilişkin hükümlerden (şeriat kurallarından) soyutlanmış bulunmaktadır. Böylesi bir din anlayışını İslâm ile kıyaslamak mümkün müdür? İslâm toplumsal düzenin tanzimiyle de ilgili olmak üzere hayatı kuşatan bir olgudur. İslâm insanla insan, insanla eşya/tabiat, insanla devlet ve devletle devlet (uluslararası) ilişkilerini belirleyen evrensel normlara sahip bir dindir. İslâm insanın ses frekansına (Lokman:19), insanın atfı nazarına (Nûr:30-31), insanın mimiklerine (Abesle:1) kadar her davranışına ahlâk, nezaket ve edep adına müdahale edip yön verdiği gibi, yeryüzünde adalet, huzur ve insicamın güvence altına alınmasına ilişkin hukuk normları da vaz etmektedir...

İsmine ulaşamadığımız bir yazar Hıristiyanlığın tahrif edilmiş olmasıyla ilgili şöyle bir yorumda bulunuyor: ‘‘Bütün bu değişikliklerin sonucunda, önce İsa'nın dini, insan hayatını tümden kuşatıcı bir nizam olmaktan çıkmış, şeriattan soyutlanmış, iman ve ahlâkî kurallardan ibaret laik bir din halini almış, bunun sonucunda da Roma putperestliğiyle rahatça uzlaşabilmiştir. Çünkü Kayser'in hakkı ayrılmıştır.’’

Laiklik savunucusu Özdemir İnce, 14.12.2003 tarihli Hürriyet Gazetesi'ndeki makalesinde laiklikle ilgili bir olaya işaret ederek şöyle yorum yapıyor: "Cumhuriyet'in gökyüzünü dine, yeryüzünü devlete emanet eden girişimini, hukuk ve adaletin laikleştirilerek tekleştirilmesini, eğitim ve öğretimi laikleştiren bir anlayışı Cumhuriyet düşmanları kabul etmemektedir." İnce, eleştirisine şöyle devam ediyor:

"Yazar, Sezar meselinin üç kanonik İncil'de yer almasına karşın, İsa'nın din ile devlet işlerini ayıran sözlerini yok farz edip Hıristiyanlığı laikleştirdiğini ileri sürdüğü Aziz Pavlos'u lânetliyor. Böyle biri Cumhuriyet ilkelerine saygı duyar mı?" Aktarmış olduğumuz bu paragrafta Özdemir İnce ise Rahip Pavlus'u değil, İsa aleyhisselamı laik zihniyete büründürüyor. Laiklik savunuculuğu yaparken "Cumhuriyet'in (yani Kemalizm'in) gökyüzünü dine, yeryüzünü devlete" tevdi ettiğini söylüyor.

Yukarıda İncil'den örnek verdiğimiz ilk ayeti Özdemir İnce'nin bilmesi olasıdır. "Ey Yüce Rab! Adın kutsal kılınsın! Gökyüzünde olduğu gibi yeryüzünde de senin kanunların geçerli olsun." (Matta:10) Yukarıda şirkten ve şirkin en büyük zulüm olup Allah Teâlâ'nın affı kapsamında olmadığını belirtmiştik. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Allah, hüküm koymada kendisine ortak kabul etmemektedir." (Kehf:26)

Genellikle bizim toplumumuzda şirk olgusu, "münferiden bir insanın puta tapması veya Allah'a rızık konusunda bir şahsı ortak koşması" türünden anlayış olarak telakki edilmektedir. Oysa bugün İslâm ümmetinin bulunduğu coğrafyalardaki siyasî yapılanmalara baktığımızda İran İslâm Cumhuriyeti'nin haricindeki bütün devletlerin yönetim şekilinde Allah Teâlâ'nın yasalarının referans alınmadığı, Allah Teâlâ'nın yasalarının yürürlükte olmadığı görülecektir. İşte bu "sosyal şirk" olgusunun tezahür etmiş dik âlâsıdır. Sonuç olarak, baştan beri ifade etmek istediğimiz o ki, İslâm huzur ve güvenin teminatıdır ancak bunun ön şartı vardır. Bireysel yaşantımızda olduğu gibi toplumsal dokumuzun (devlet mekanizmamızın) da şirk kirinden arınmış olması gerekmektedir.

 

 

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER