VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
KÜNYE
FİRMA REHBERİ
İLAN REHBERİ
BİZE ULAŞIN
YAZARLAR
H24HBR

@ Haber Tarihi : 28 March 2020 00:09:04

0 Yorum

Kez Okundu.

İKİZ KULELERİ KİM VURDU

KİZ KULELERİ KİM VURDU?

PROF. DR. DOĞAN AYDAL

ABD vatandaşlarını ve dünyayı derinden sarsan bu olayda, ikiz kuleleri yıkıp binlerce insanı öldürenler kimlerdi? Bu nasıl bir güçtü ki, 45 dakika arayla iki kuleyi vuruyor ve ABD Savunma Bakanlığı, CIve FBI bir şey yapamıyordu?

ABD’deki İkiz kulelerin uçaklarla vurulduğu gün, hiç hoş olmasa da, ilk kulenin yanışını ikinci kuleye uçağın çarpışını ve sonraki gelişmeleri saniye saniye ve artan bir üzüntü ile televizyondan naklen izleyenlerdenim. İki kule maalesef yanıyor ve yıkılıyordu. Bu baskın bana, her nedense, Pearl Harbour baskınını ve Japon amiralin “Evet, bu savaşı kazandık ama uyuyan bir devi uyandırdık” sözünü hatırlatmıştı.

Ancak bir farkla, bu kez devi uyandıranlar bir devlet kimliği taşımıyordu. Peki, ama ABD vatandaşlarını ve dünyayı derinden sarsan bu olayda, ikiz kuleleri yıkıp binlerce insanı öldürenler kimlerdi? Bu nasıl bir güçtü ki, 45 dakika arayla iki kuleyi vuruyor ve ABD Savunma Bakanlığı, CIA ve FBI bir şey yapamıyordu? 40 kilometre çaplı bir hava koruma sahası ve uçuş yasağı bulunan Washington’daki Pentagon’un, yine, uçaklar ile vurulduğu iddia edilmiş, ancak her nedense, bir türlü ispatlanamamıştır. Pentagon çevresinde de en küçük bir uçak enkaz görüntü resmi yayımlanmamıştır.

Sonraki günlerde, internette dolaşan resimlere bakıldığında, Pentagon’da generallerin bulunduğu kısmın içeriden patlatma ile çökertildiğini gösteren birçok resim yayımlanmıştır. Bu olaylar olurken hiç kimse, İkiz Kuleler’in yanı başındaki, iç patlamalar ile 2,24 saniyede yıkılan 7 no’lu binadan bahsetmedi. Hiç kimse bu binanın CIA, FBI ve Yurtdışı Operasyonlar ile ilgili personelin üs binası olduğundan söz etmedi. Hiç kimse, kaçırıldığı ifade edilen dördüncü uçağın büyük kalıntılarını göstermedi. Bu uçakta ölen insanlara ne olduğundan söz etmedi.

Acaba bu, bir biçimde, ABD’deki hâkim güçler arasında gerçekleşen ve çabuk so￾nuçlanan küçük çaplı bir iç savaş mıydı? Tabii ki, kimse çıkıp da ben yaptım demedi. ABD, olayı kendi içinde kapattı, kolu kırdı, yen içinde bıraktı, ama bu olaylar için de bir suçlu gerekiyordu. Sonrasında gelişen olaylara bakıldığında, suçlunun önceden belirlendiği, yargısız infazların yapıldığı ve El-Kaide ismiyle bütünleştirilerek, bütün Müslümanların suçlu gösterildiği bir ortam oluşturuldu.

ABD Hükümeti 18 suçlunun da El Kaide mensubu olduğunu her nasılsa hemen ismen belirledi. Ancak hiç kimse şu soruları sormadı. Bu isimlerin El Kaide mensubu olduğu biliniyorsa ABD’ye nasıl girdiler? Uçağa binerken her türlü sıkı kontrol olan havaalanlarında nasıl fark edilmediler. Tamamı yanmış cesetlerden bu kimlikler nasıl tespit edildi? Soru çok ama makul bir cevap asla verilmedi.

NATO İÇİN DÜŞMAN TANIMI DEĞİŞTİ Mİ?

İyi de, bu saldırılar niye yapıldı? Basit bir mantıkla düşünüldüğünde, Rusya’daki komünist iktidarın yıkılışı, “presteroyka-glasnost” sonrası, belirgin bir düşman kutbun kalmadığı düşünülür. Silah satışları durma noktasına gelmiştir, komünizm korkusu ortadan kalktığı için, bu rejimle yıllarca korkutulan ülkeler, kaynaklarını, silah alımından ziyade, kalkınmaya, sağlığa ve eğitime ayırmaya başlamışlardır. O halde, yeni bir düşman kutup oluşturulmalıdır.

Yıl 1994, NATO tatbikatlarında, dost-düşman kuvvetleri temsil eden mavi-kırmızı rengin değiştirilip, mavi-yeşil renklere döndüğü yıldır. Yeşil rengin Müslümanları temsil ettiğini bilmek için de, tercümana herhalde ihtiyaç yoktur.

Bir zamanlar komünizmi durdurmak için Rusya etrafında Müslüman ülke savaşçılarından yeşil kuşak oluşturmaya çalışan ülkeler, şimdi “yeşil”i düşman ilan etmişlerdir. Daha önce adını sanını kimsenin bilmediği birçok sakallı Müslümanın, hemen yakalanarak, pilotluk eğitimi almış El-Kaide militanı olarak ortaya sürülmesi, ABD’de yükselen ve neredeyse her evin önüne bayrak astıran, milliyetçilik rüzgârının hızını kesmemiş, ancak çok da inandırıcı gözükmemişti.

Etkin güçler bu havadan faydalanmasını bilmişler, El-Kaide ve Taliban bahanesi ile çıkartılan BM kararı arkasına sığınılarak Afganistan işgal edilmiş, bir başka deyişle ve ABD tabiriyle “Afganlılar özgürleştirilmiştir”. 40 kilometre çaplı bir hava koruma sahası ve uçuş yasağı bulunan Washington’daki Pentagon’un, yine, uçaklar ile vurulduğu iddia edilmiş, ancak her nedense, bir türlü ispatlanamamıştır.

AFGANİSTAN NEDEN SEÇİLMİŞTİR?

Hiç bir ülke, plansız, programsız ve uzun hesaplar yapılmadan işgal edilemez. Hele, bu tür olaylarda her türlü hesabı çok önceden yapan ABD ve İngiltere’nin, hesapsız, kitapsız Afganistan’a gireceklerini düşünmek, siyaseti ve bu ülkelerin geçmişteki uygulamalarını hiç bilmemek demektir.

Afganistan’da olanları anlamak için yakın geçmişe gidip olanlara kısaca bakmakta fayda görülmektedir. Bugünkü Afganistan’ın sınırları, İngiltere ve Rusya tarafından “Durand Hattı” adı altında 1893 yılında belirlenmiştir. İşgal ettiği ülkelerden geri çekilme günleri geldiğinde, İngilizlerin muhteşem siyasi dehaları devreye girmekte ve çizilen sınırlar, daha sonraki yıllarda da, o ülke ile komşu ülkelerinin başına sürekli bir bela olarak kalmaktadır.

Afganistan’daki Peştunların (Patan) yaşadığı toprakların Afganistan ve Pakistan arasında bölünmesi, sonraki yıllarda birçok olayın ana sebebi olmuştur. Davud Han’ın, Zülfikar Ali Butto’nun ve Ziya Ul Hak’ın kaderlerini de, bu alanın bölünmüş olması belirlemiştir.

TALİBANLARI KİM YETİŞTİRDİ?

Davut Han’ın ve ailesinin katledilmesi sonrasında, 1978’de, Hafızullah Amin başkanlığındaki darbe ile Afganistan Demokratik cumhuriyeti kurulmuştur.

O dönemlerin klasik bir ön takısı olan ”Demokratik” kelimesi, darbelerdeki SSCB etkisini göstermek için yeterlidir. Darbe sonrası makamlar paylaşılmış, en önemli makama ”genel sekreterliğe” Nur Muhammed Taraki”, yardımcılıklarına da, darbeye yardım eden iki temel kuruluş olan, Halk ve Bayrak hareketlerinin liderleri olan Hafızullah Amin ve Babrak Karmal getirilmişti.

Her darbenin tabii sonucu olarak, ihtilali hazırlayanlar, en kısa sürede birbirlerinin kellesini ister hale gelmişlerdir. Taraki yönetiminin, hızla, Marksist-Leninist uygulamalara girmesi, ülkede karışıklığa yol açmış, çıkan iç karışıklık sonrası, Hafızullah Amin Başbakanlığa gelmiş, ayaklanmaları bastırmak için SSCB’den yardım istemiştir.

Amin ve Taraki arasındaki çatışmalarda Taraki öl￾dürülünce, SSCB’den çekinen Amin, ABD ve Pakistan desteğini almaya çalışınca, 24 Aralık 1979’da, SSCB, Afganistan’ı işgal etmiştir. İşgal sonrası Babrak Karmal Başbakanlığa getirilmiş, SSCB etkisi, Pasifik okyanusuna bir adım daha yaklaşmıştır. İşte, ABD’nin, görüntüde, aktif olarak olaya ve bölgeye girişi bu tarihten sonradır. 1980’li yıllarda başlayan ve SSCB ve hükümete karşı harekete geçen “Mücahiddin” hareketlerinin en büyük destekçisinin ABD olduğunu söylemek, herhalde yersizdir.

Afgan Mücahitleri İslami İttihadı ve Hizb-i İslami guruplarının SSCB’ne karşı mücadeleleri, Rusların, Şubat 1989’da, kuvvetlerini Afganistan’dan çekmesine kadar sürmüştür. Ruslar ülkeden gittikten sonra, bu sefer de, SSCB’ne karşı savaşan güçler birbirine düşmüş veya düşürülmüştür. İslami grupların oluşturduğu koalisyonun başkanlığına getirilen Tacik asıllı Burhanettin Rabbani ile Hizb-i İslami Başkanı Hikmetyar’ın, Özbek asıllı General Raşit (Abdürreşid) Dostum’un ve daha sonra etkin hale gelen Tacik asıllı Ahmetşah Mesud’un birbiriyle savaşmaları yıllarca sürmüştür.

SSCB’nin Afganistan’dan çıkartılması için bu İslami gruplar ile daha sonra da, düşman ilan edilen Taliban grubunu bile, Pakistan’ın kuzeybatısındaki Peştun (Patan) bölgesinde eğitenler de, silah sağlayanlar da, hatta Stinger füzelerini sağlayanlar da başta ABD olmak üzere batılı güçlerdir. O günün siyasi konjonktüründe, gayet normal gibi görünen bu desteğin sebebinin, sadece, SSCB’nin bölgeden uzaklaştırılması olduğunu düşünmek, herhalde basit bir mantık olurdu. Büyük güçlerin, dalda cevizi çift görmeden taş attıkları hiç görülmediğine göre, başta ABD olmak üzere, batılı güçlerin bu bölgeyle ilgilerinin başka sebepleri de olmalıydı.

TRUMP’IN BİR TRİLYON DOLARLIK MADEN HEDEFİ

Şimdi, hep birlikte, bu sebepler üzerinde küçük bir beyin fırtınası oluşturalım. Acaba sebep, Afganistan’daki yeraltı kaynakları olabilir miydi?

Televizyon haberlerine bakarsak, her tarafı harabe haline dönmüş bir ülke ve pejmürde kılıklı bir halk ortalarda çaresiz dönüp durmaktadır. Hiç bir televizyon haberinde, Cüzcan iline bağlı Şebergan’daki çok zengin doğalgaz yataklarından, bu gazı geçmişte SSCB’ne taşıyan boru hattından veya Mezar-ı Şerif’teki termik enerji ve gübre santralına gaz taşıyan ikinci bir boru hattının varlığından hiç bahsedilmemektedir.

Hindikuş dağlarının kuzey yamaçlarındaki kömür yataklarından ve halen işletilen Baglan ilindeki Kerker ve Eşposte havzaları ile Behl ilindeki Kale-i Serkari kömür havzalarından da hiç bahsedilmemektedir. Hacıgak’da 2 milyar tonluk rezervi ve yüzde 63’lük ortalama demir tenörüyle, İsveç’teki meşhur Kiruna yatağı ile boy ölçüşen demir yatağından da bahseden yoktur.

Türkiye’deki en büyük demir yatağımız olan Divriği demir yataklarının, en iyimser hesapla, 38 milyon ton olduğunu söylersek, bu bölgedeki demir yatağının önemi daha kolaylıkla anlaşılabilir. Kunduz yakınlarındaki altın, bakır, kurşun, çinko yatağı ve Konar-ı Has’daki berilyum yatakları ile Bedahşan’daki yarı değerli taşlar, acaba şimdi kimler tarafından işletilmektedir?

Peki de, sebep bu kadar basit olabilir mi? Ancak ABD’nin Afganistan’da kalması için önemli sebeplerden biridir. NewYork Times gazetesinin 25 Temmuz 2017’deki haberine göre Trump Afganistan’daki ma denler sebebiyle Afganistan’dan ayrılmayacaklarını, bu madenlerden bir triyon dolar beklediğini beyan etmiştir. (https://www. nytimes.com/2017/07/25/world/asia/afghanistan-trump-mineral-deposits.html).

Yani, koskoca ABD ve her olaydaki tabii müttefiki İngiltere, bu kadar basit bir hesap içinde olabilirler mi? Olur! Gelecekte sıkıntı çekilebilecek doğalgaz ve endüstrinin temel maddesi olan demir varlığı önemli sebepler olabilir, ama bu bile böyle bir operasyon için tek başına yeterli bir sebep mi￾dir? Tabii ki hayır! O halde farklı sebepler de aramalıyız.

YILLIK 900 MİLYAR DOLARLIK EROİN TİCARETİ

Acaba sebep, Afganistan’da bol miktarda yetiştirilen haşhaş ve bu bitkiden üretilip batılı ülkelere pazarlanan eroin olabilir miydi?

Haşhaş bitkisi, yapısı itibarıyla diğer bitkilerden çok kolay ayrılabilen bir yapıdadır. ABD’nin ve batılı diğer ülkelerin elindeki uydular, bu bitkileri, bırakın düzlükte, Hindikuş dağlarının tepesinde ekilse bile, rahatlıkla bulabilecek özelliklere sahiptir. Bu bitkiler, bırakınız, 60 cm hassasiyete sahip QUICKBIRD, bir metre hassasiyete sahip IKONOS uydularını, yaklaşık otuz metre hassasiyete sahip LANDSAT uyduları ile bile rahatlıkla bulunabilmektedirler.

ABD ve İngiltere etkisindeki BM güçleri, yıllardır Afganistan’da olmalarına rağmen, haşhaş ve eroin üretiminde bir azalma ol muş mudur? Hayır! Hatta BM verileri ve genel kanaat, Batıya gelen eroin miktarlarında daha fazla artış olduğunu ortaya koymaktadır. 2001 yılında Taliban döneminde sıfır seviyesine indirilen eroin üretimi işgal yıllarında 9 bin ton seviyelerine ulaşmıştır. Afganistan’da eroin üreticilerine ödenen miktar yaklaşık 9 milyar dolardır

 Bu eroinin ABD ve Avrupa’daki satış bedeli en az 100 misli olacağından bu ticaretin her yıl 900 milyar dolar seviyelerinde olacağı rahatlıkla söylenebilir. Ya, Afganistan’daki batılı güçler, söylendiği kadar etkili ve güçlü değiller veya işin içinde başka işler, başka hesaplar vardır. Böyle olmamış olsa haşhaş tarlalarının başında ABD ve İngiliz askerlerinin zırhlı araçlar ile koruma yapmalarının başka bir açıklaması olabilir mi?

Demek ki işgalin arkasındaki sebep, batılı gençleri uyuşturucu batağından kurtarmak da değildir. Eroin ticaretinden elde edilen gelirin önemli bir kısmının emperyalist ülkelerin güdümündeki terör örgütlerini, PKK, İŞİD, EL Kaide dâhil olmak üzere, finanse etmek için kullanıldığından şüphesi olan var mı?

AFGANİSTAN’IN ETNİK DAĞILIMININ İŞGALDE ÖNEMİ VAR MIDIR?

https://www.4x4bet123.com/ https://www.4x4bet123.com/

Gelin, şimdi de Afganistan’ın dini ve etnik yapısına bir bakalım. Ülke, nüfusunun yüzde 84’ü Sünni, yüzde 14’ü Şii Müslüman olan bir ülkedir. İran’ın komşusu olan bir ülkenin Sünni nüfus fazlalığı dış güçleri rahatsız etmez, aksine, onlar açısından rahatlatıcı ve ileride siyasi olarak kullanabileceklerini düşündükleri bir özelliktir.

Etnik dağılıma gelince; Afganistan halkının, yüzde 38’i Paştu, yüzde 25’i Tacik, yüzde 19’u Hazara, yüzde 12’si Türkmen ve Beluciler ve yüzde 6’sı Özbekler ve kalan kısım da farklı etnik gruplar tarafından oluşturulmuştur. Ülke nüfusunun yarısı, Afgan-Persian dili denen değişmiş bir fars dilini kullanmaktadır. Belki, işgalin sırrı bu etnik dağılımda yatmaktadır. Görüldüğü üzere, ülke nüfusunun yüzde 25’i Tacikler’den oluşmaktadır.

Bir başka deyişle, Tacikistan dışında, en fazla Tacik’in yaşadığı ülke Afganistan’dır. Birçoğunuzun “Tacikistan da nereden çıktı?” dediğini duyar gibiyim. Ama sanıyorum, işin sırrı Tacikistan’da yatmaktadır.

O bakımdan, Tacikistan hakkında bilgi vermeden, Afganistan’ın, Batılı ülkelerin ilgi odağına neden oturduğunu tam olarak açıklayamayız. Tacikistan’ı diğer çevre Müslüman ülkelerden ayıran en önemli özelliği, İran asıllı olmaları ve Farsça konuşmalarıdır. İran, Afganistan’ın bir kısım halkı ve Tacikistan’ın dil ve soy akrabalığı savaşa sebep bir unsur mudur?

Hayır değildir, o halde Tacikistan’ın sahip olduğu bazı diğer özelliklere yakından bakmakta fayda vardır. İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması, yüzde 78’i Ehl-i sünnet olan Tacikleri siyaseten çok etkilemiştir. Diğer yandan, Afganlıların SSCB’ne karşı olan direnişleri de Tacikleri çok etkilemiş, Afganistan’daki birçok Tacik kabile, Tacik asıllı Afganlı komutan Ahmetşah Mesud komutasında direnişe katılmıştır. Ahmetşah Mesud’un Tacikistan’daki etkisi de önemli olmuş, halk, Ruslara karşı savaşan Afganistan’daki kardeşlerine yardıma koşmak için hükümeti baskı altına almıştır.

O günlerde hala etkinliğini sürdüren Rus istihbarat örgütü KGB, Tacik kumandan Molla Abdullah Seyidof’u tutuklayarak, Tacikistan’daki bu hareketlenmeyi durdurabileceklerini düşünmüşlerdir.

ŞAH AHMET MESUD NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?

Tacik asıllı Ahmetşah Mesud’un, Afganistan’da en güçlü ve popüler olduğu bir dönemde, profesyonelce öldürülmesi, hesapsız, plansız bir operasyon mudur?

Şimdi gelin bu hesabın ne olabileceği konusunda biraz beyin fırtınası oluşturalım. Bütün veriler, İkiz Kuleler’in vurulmasının ve Afganistan işgalinin, büyük bir planın parçaları olduğunu yönündedir. Böyle bir planı her kim veya kimler hazırlamış ise, Afganistan’da çok önemli bir isim olan, Tacik asıllı Ahmetşah Mesud’u öldürtenler de onlardır.

Çünkü Ahmetşah Mesud, bölgede önemli bir isimdir, Ruslara karşı gösterdiği kahramanlık sebebiyle “Pençir vadisi aslanı” olarak anılmaktadır. Taliban’ın ülkedeki hâkimiyetinden rahatsız olup, onlara karşı savaşan kişilerin başında da Ahmetşah Mesud gelmektedir. Normal şartlar altında, Taliban’ı kovmak için Afganistan’a girdiğini söyleyen ABD ve Batı güçlerinin, böyle bir durumda, ülkeye girer, girmez, Ahmetşah Mesud’u yanlarına alması gerekecektir. Irak’ta, kürtleri yanlarına alma mantığı da aynı mantıkladır, yani “düşmanımın düşmanı dostumdur”.

Ama böyle bir birliktelik, ABD ve Batılı güçlerin işine gelmeyecektir, çünkü Ahmetşah Mesud, daha önce de belirtildiği gibi, Tacik asıllıdır ve Afganistan’da kurulacak olan yeni hükümette etkili olması da kuvvetle muhtemeldir. Hükümette etkin olan, bu özellik ve kapasitede birinin, muhtemel İran-Afganistan-Tacikistan dostluğu ekseninde ve Fars kültürü içindeki birlik çalışmalarında etkili olacağı da şüphesizdir. Peki, böyle bir şey, ABD’nin, uzun vadeli hesapları düşünülünce, işlerine gelir mi? Tabii ki hayır! O halde ne yapılabilir diye düşünülmüş ve öldürülmesine karar verilmiştir.

Bir başka deyişle, İkiz Kuleler’in vurulmasından tam iki gün önce öldürülmesi de, bu oyunun bir parçasıdır. Batılı gazetecilere çok temkinli olduğu bilindiği için, en zayıf yönünden hareket edilmiş, Belçika pasaportuna sahip Faslı ve Cezayirli iki Müslüman (veya öyle görünen) ajan tarafından öldürülmüştür. Kendisi ile yapılacağı söylenen bir röportaj bahanesi ile bir TV kamerası içine gizlenen silahla, en güvendiği ve Ruslara 10 yıl direndiği kale olan, Tacikistan sınırındaki Pençir vadisinde, Hoca Bahauddin köyünde şehit edilmiştir.

TACİKİSTAN’IN ATOM BOMBASI FAKTÖRÜNÜN İŞGALDEKİ ÖNEMİ NEDİR?

Afganistan’daki garip olaylar bununla da kalmaz. Afganistan’da Mezarı Şerif çevresinde etkinliği olan ve Afganistan’daki direniş adlı satrançta önemli bir taş olduğu düşünülen ve Mezar-ı Şerif’te sıkıştığı bir anda (Şubat-1997), etkin güçler tarafından Türkiye’ye kaçırılarak kurtarılan General Raşit Dostum’un, Tacikistan’daki olaylarda, Özbekler ile beraber Komünist güçleri ve Rusya yanlısı hükümeti desteklemesi bir tesadüf müdür?

Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan ve SSCB dörtgeninde oynanan oyunlar ayrı bir kitap olacak kadar fazla ve önemli bir siyasi derstir. Tacikistan’ı önemli kılan şey uranyumdur. Eski SSCB topraklarındaki uranyum rezervlerinin yaklaşık yüzde 35 kadarı Tacikistan’dadır.

SSCB’nin kurduğu Uranyum işleme tesislerinden ilki de, 1946’da Tacikistan’da kurulmuştur. Daha sonra Havkent’de (eski ismi ile Leninabad) büyük bir uranyum işleme fabrikası kurulmuştur. Ülkede, 1992 ve sonrasındaki işlenen uranyumun yıllık miktarı 3 bin ton civarındadır.

İlk Rus atom bombasının da yapıldığı Tacikistan’ın sahip olduğu nükleer güç, tahminlerin çok ötesindedir. Şii İran halkı ile Sünni Tacik halkı yanyana durmaz gibi düşünülse de, İran’ın bu ülke üzerindeki etkisi de, fars kültürü sebebiyle, tahminlerin çok ötesinde olmuştur.

İran’ın, Tacikistan başkenti Duşanbe’de elçilik açtıktan hemen sonra, İran, Tacikistan ve Afganistan’ın katılımı ile Fars kongresi yapma ve fars kültürünü temel taşı yapma gayretleri dikkatlerden kaçmamıştır. Şimdi siz kendinizi, Rusya, Özbekistan veya Çin yerine koyun.

Hemen yanı başınızda Fars kültürünün etkisinde, birleşmese de, ittifak kurmuş, İran, Afganistan ve Tacikistan’dan oluşan, nükleer güce, devasa doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip bir blok ister misiniz? Tabii ki istemezsiniz; dolayısıyla, bu ülkelerin istememesi de gayet normaldir.

Bunun, ABD ve İngiltere’yi ilgilendiren yönü de aynı gerekçeye dayanmaktadır. Böyle büyük bir uranyum rezervinin ve bu madde ile elde edilen nükleer gücün, şimdilik kaydıyla da olsa, İran yerine, Rusya etkisinde kalması tercih edilmiştir.

Dünya siyaseti yeniden şekillenmeye başlamış, Rusya “şeytan” olmaktan çıkarılmış, yeni düşmanın rengi belirlenmiştir: “yeşil”. Gelecekte, bu siyaset de yeniden şekillenebilir. Bir büyüğümüzün, meşhur olmuş bir deyişiyle, “siyasette dün dündür, bugün bugündür”. Bir zamanlar birbirine düşman olan ABD ve Rusya’nın, kısa bir zaman sonra, Çin’e karşı bir araya gelmeyeceğini, buna karşılık, Çin’in şimdilik dışladığı Fars ittifakı ile yanyana gelmeyeceğini kimse iddia edemez. Bölgede, hızla, süper güç olma yönünde ilerleyen ve nükleer güce sahip olan Hindistan’ın, kurulacak denklemleri bir hayli değiştireceğinden de şüphe yoktur. Hatta gelecek günlerin yeni gelişen şartları, hiç beklemediğimiz ortaklıkların da ortaya çıkmasına sebep olabilir; siyaset bu, dün dündür diyeceğiz ve kısmet olursa, beraber yaşayıp göreceğiz. Son yıllarda yaşanan Amerika-İran krizinin altında yatan sebebin nükleer enerji olduğu, hepimizce malumdur. Bunun hesaplarını yıllar öncesinden yapan ve gelecekte planladığı bir operasyonu, uzaktan gönderilen malzemeler ile yapamayacağını bilen ABD ve tabii müttefiki İngiltere’nin, bölgeye komşu bir alana yerleşmek için bahane arayacağı kesindi. Afganistan’a canım sıkıldı diye giremeyeceklerinden, bütün Dünya ülkeleri tarafından makul görülebilecek bir önemli bahane sonrası girmeleri gerekmiştir. Kanımca, dramatik 11 Eylül İkiz Kule olaylarının arkasında yatan uzun vadeli hesap budur. El-Kaide ve hatta Taliban yaşamalıdır. Yaşamalıdır ki, başta ABD olmak üzere etkin batılı güçler, günü gelinceye kadar İran’a, Afganistan topraklarında komşu olabilsinler. Aksini düşünmek, yani, koskoca CIA ve M16 gibi istihbarat örgütlerine sahip iki dev ülkenin, yıllardır, küçücük bir coğrafyada, El-Kaide’yi ve yıllarca Bin Ladin’i bulup yok edememesini düşünmek, herhalde aşırı saflık olur. ve yüzde 6’sı Özbekler ve kalan kısım da farklı etnik gruplar tarafından oluşturulmuştur.

ANALİZ I İKİZ KULELER GERÇEĞİ

Usame Bin Laden’in 2011 yılında öldürülüp cesedinin Pasifik Okyanusu’na atıldığı ifade edilmişti. Saddam Hüseyin’in asılırken kopan başının resmini, Muammer Kaddafi’nin işkence ile öldürülmüş vücudunun resmini sosyal medyaya pompalayanlar Usame Bin Laden’in hiçbir resmini göstermemeleri sizce de biraz garip değil mi?

Usame bin Laden’in geçmişte ortak olduğu Bin Laden şirketlerinin geçen yıl ABD’de 1,34 milyar dolar vergi verecek kadar faaliyette bulunması çok daha garip değil mi?

Bu arada, dün Kore’de, Bosna’da, Kosova’da, Somali’de olduğu gibi, bugün de, Afganistan’da, ülkemizin de içinde bulunduğu bazı ülkelere de, NATO ve/veya BM bahane edilerek ihtiyaç duyulduğu imajı verilmiş ve bu ülkeler de, maalesef bu büyük oyunun küçük figüranları olmuşlar ve olmaya devam etmektedirler. Çok yakında, Pakistan ve İran arasında çeşitli olayların çıkması da kaçınılmaz olacaktır.

Bu olaylar içinde en ideal alan, yine, 2. Dünya Savaşı sonrası, bölgeden fiilen çekilen İngilizlerin siyasi dehasıyla parçalara ayrılmış olan Belucistan’dır.

Belucistan’ın küçük bir kısmı Afganistan’da bırakılmakla beraber, esas alanın yarısı İran’da, diğer yarısı Pakistan’da bırakılmıştır. İran ve Pakistan’da karşılıklı çıkartılacak olayların, şimdiden planlandığının işaretleri de görülmeye başlanmıştır.

PKK olayları ve rejim farklılığı bahane edilerek, Türkiye ve İran arasında çıkartılmaya çalışılan çatışmaların özünde de yatan ana gerekçe budur. Yani, nükleer güç elde etmeye çalışan İran, her taraftan kuşatılmalıdır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, yeraltı kaynakları ve uzun vadeli siyasi hesaplar başta olmak üzere, birçok sebeple bölgeye yerleşmeye karar veren batılı güçler, işe, en kolay lokma olan Afganistan’dan başlamışlardır. Bölgede Afganistan, İran ve Türkiye ekseninde hesaplar birlikte yapılmaktadır.

USAME BİN LADEN GERÇEKTEN ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?

Usame Bin Laden’in 2011 yılında öldürülüp cesedinin Pasifik Okyanusu’na atıldığı ifade edilmişti. Saddam Hüseyin’in asılırken kopan başının resmini, Muammer Kaddafi’nin işkence ile öldürülmüş vücudunun resmini sosyal medyaya pompalayanlar Usame Bin Laden’in hiçbir resmini göstermemeleri sizce de biraz garip değil mi?

Usame bin Laden’in geçmişte ortak olduğu Bin Laden şirketlerinin geçen yıl ABD’de 1,34 milyar dolar vergi verecek kadar faaliyette bulunması çok daha garip değil mi?

Bu arada, dün Kore’de, Bosna’da, Kosova’da, Somali’de olduğu gibi, bugün de, Afganistan’da, ülkemizin de içinde bulunduğu bazı ülkelere de, NATO ve/veya BM bahane edilerek ihtiyaç duyulduğu imajı verilmiş ve bu ülkeler de, maalesef bu büyük oyunun küçük figüranları olmuşlar ve olmaya devam etmektedirler. Çok yakında, Pakistan ve İran arasında çeşitli olayların çıkması da kaçınılmaz olacaktır. Bu olaylar içinde en ideal alan, yine, 2. Dünya Savaşı sonrası, bölgeden fiilen çekilen İngilizlerin siyasi dehasıyla parçalara ayrılmış olan Belucistan’dır.

Belucistan’ın küçük bir kısmı Afganistan’da bırakılmakla beraber, esas alanın yarısı İran’da, diğer yarısı Pakistan’da bırakılmıştır. İran ve Pakistan’da karşılıklı çıkartılacak olayların, şimdiden planlandığının işaretleri de görülmeye başlanmıştır. PKK olayları ve rejim farklılığı bahane edilerek, Türkiye ve İran arasında çıkartılmaya çalışılan çatışmaların özünde de yatan ana gerekçe budur. Yani, nükleer güç elde etmeye çalışan İran, her taraftan kuşatılmalıdır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, yeraltı kaynakları ve uzun vadeli siyasi hesaplar başta olmak üzere, birçok sebeple bölgeye yerleşmeye karar veren batılı güçler, işe, en kolay lokma olan Afganistan’dan başlamışlardır. Bölgede Afganistan, İran ve Türkiye ekseninde hesaplar birlikte yapılmaktadır Öyle olmasaydı, 1978’de Afganistan’da Davut Han’ın krallığına son verilmez,

1979’da Şah Rıza Pehlevi İran’da devrilmez, 1980’de Türkiye’de İhtilal olmazdı! Sonuçta ABD’yi bile yöneten derin güçler insan kayıplarını “savaş zayiatı” olarak düşünüp, 3,9 milyar dolarlık ikiz kuleyi gözden çıkartmışlar, trilyon dolarlık yıllık kazanç elde etmektedirler. Terör örgütlerini, ülkelerinin resmi hesapları dışında finanse etmektedirler. Asya’da, Rusya ve Çin’in yanı başında büyük bir üs elde etmişlerdir. İran’ın nükleer gelişimini engellemişlerdir.

Bu kadar kazanç yetmez mi? Biz de hala İkiz Kuleleri kim vurdu diye düşünüp duruyoruz.

Henüz Bu Haber İçin Yorum Yapılmamış
Adınız Soyadınız
Güvenlik Kodu
BENZER HABERLER