
Ukrayna İran Taylan Global güçlerin Dünya paylaşımı
Ukrayna İran ve Tayvan Global Güçlerin Dünya Paylaşımı
H24/ Dünya Yakup Aslan'ın Makalesi
“Haklı olan her zaman kazanır” ilkesinin asimetrik savaşlarda çok da geçerli olduğu söylenemez. En yakın örneği Rusya’nın NATO kışkırtmasıyla veya danışıklı olarak başlatmış olduğu savaşta sivil halkın yaşadıklarında ve şehirlerin başına gelenlerde görebiliyoruz. Ukrayna savaşının ajitasyon ve sıradan bir diktatörlük kibrinin eseri olduğunu düşünmüyorum. Dünyanın yeniden dizayn edilmesi ve paylaşılması ekseninde sergilenen bir retorik olduğuna dair fazlasıyla bilgi mevcuttur. Ukrayna, Tayvan ve ardından İran sahnelenen bu sokakların ceset dolu olmasının gizlendiği savaşta düşünülen hassas bölgelerdir.
Tayvan’da Çin gövde gösterisi yaparken Orta Doğu’da da İsrail hızlı adımlar atıyor. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un, “her türlü işbirliği yapmaya hazırız” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetine icabetle, 9-10 Mart tarihlerinde Türkiye'ye gelmesinin sıradan bir ziyaret olmadığını bilmekte fayda var. Şimdi sıra Orta Doğu’da. Mutlak anlamda değil ama nispi olarak global güçlerin Ortadoğu macerası henüz bitmiş değil.
Misal olarak Rusya Suriye’ye asker yığmaya devam ediyor. Global güçler için Orta Doğu’nun mutlak şekilde önemi kalmadı demek yanlıştır. Geçmişte olduğu kadar bir öneme haiz olmasa da global güçler rahatlıkla Ortadoğu’yu yeme imkanlarına sahip hale geldiler.
İsrail, Ortadoğu’da en büyük olduğunu, oyun kurucu ve bölgenin efendisi olduğunu ispatlama peşinde. Bölgenin efendisi olmak için kaçınılmaz olarak İran’ın bu konsepte teslim olmasına ihtiyaç duymaktadır.
Bir dönem İsrail’in düşmanlarını arkadan vuran bir güç merkezi olarak ihtiyaç duyuyordu, bu maksatla 1970-74 yılları arasında İran’ı Arap birliğinin merkezi haline getirme çabaları içerisindeydiler, inkılab sonrası genç, dinamik nesilden endişe duyunca bu kez savaşı başlatması için Saddam Hüseyin’i kışkırtmaya başladılar. Adım adım talimatları yerine getirdi. İnkılabın gerçekleşmesinden hemen sonrasında Şah yanlısı generaller kurşuna dizilmiş ve hemen akabinde İngiliz elçisi birkaç memuruyla birlikte o öldürülenleri çek etmeye gitmişlerdi. Acaba verdikleri talimata uyulmuş mu ve verdikleri listedeki isimler kurşuna dizilmiş mi ona bakmaya gidiyorlardı. Daha sonra açıklama da yaptılar. “Biz iki yüz kişinin ismini vermiştik, neden bu kadar çok insan öldürdüler bilmiyoruz.” diye. Neredeyse yarım asra varan bu süreç içerisinde İran’ın bütün imkanlarını, gençliğini, varlıklarını, geleceğini imha ederek, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan gibi ülkeleri tarumar ederek ikinci merhaleye girdikten sonra şimdi son merhaleye hazırlık yaptıkları ihtimali giderek görünür hale geliyor…
Ortadoğu’ya bakın sağlam bir ülke kalmış mı? Küçük bir Ürdün ülkesi vardı orada da MOSAD’ın kardeşleri veliahttın kenara çekilmesiyle darbe yaparak yeni bir yönetim oluşturmaya çalıştılar. Varolan bütün zenginlikler, insan gücü havaya uçtu. Suriye’nin durumuna bakın, ölümlerle, göçlerle, umutların kırılmasıyla, şehirlerin yıkılmasıyla cehenneme dönüştürülen bir ülke, toparlanması için 50 yıldan fazla bir zaman gerekiyor. Irak, en az 150 yıla ihtiyaç duyuyor.
Körfezdeki ülkeler de İsrail ile antlaşma yapmak için sıraya girmiş durumdalar. Artık kim kaldı ki? Rusya’nın daha güçlenmesi durumunda, Montrö Sözleşmesi’ni ihlal anlamına gelen İstanbul Kanalı bahanesiyle bir NATO üyesi olmasını da hesaba katarak Türkiye’nin de başına çorap örmesi uzak bir ihtimal değil. Yarım asırdan fazladır Ortadoğu’da süren savaşın devamında savaş şimdi Avrupa sınırlarına dayanmışken, İsrail ilginç bir politika sergiliyor...
Hikaye burada ilginçleşiyor. İsrail, Ortadoğu ülkeleriyle adeta oynuyor. Bundan böyle tek parça İran, İsrail’in hiçbir işine yaramayacaktır. Egemenlerin ulusçu politikaları, inkar ve imha cenderesinde ezmeye devam etmesi bu planların uygulanmasını daha da kolaylaştıracağa benziyor. Bundan böyle hikayenin şekli değişiyor. Orta Doğu, yarım asırdır süren savaşlarla egemenlerin emrinde hareket eden yöneticilerin sultası altındaki çakma ülkeler mezarlığına dönü.
Onların çevresinde henüz karışıklara, savaşlara sahne olmadan devlet olabilmeyi başarmış, hür iradesiyle geleceğini tayin etmeye yarayan ülkelerin varlığından söz etmek biraz zor. Bütün bölgeyi devlet olamamış, talimat dinleyen liderlerle yönetilen ülkeler kapladığından, artık sınırlar, devletler, milletler, hesap ve kitap hiçbir anlam taşımıyor. Amerika’nın İran’ı vurması için İsrail’in elinde fazlasıyla bahane, argüman ve belge var.
İsrail’in uygulamaya koyduğu planlarından biri İran’ın istikrar bulmaması, yayılmacılık heveslerinin yanında, kendisini ilgilendirmeyen savaşlarla meşgul olması ve sürekli olarak çalkantı halinde olmasıdır.
Yarım asra yaklaşan bu süreçte İran’ın devlet olabilmesine, halkına hizmet edebilmesine, huzur bulmasına ve halkın hak, adalet, fırsatlardan eşit yararlanmasına, güven içinde olmasına izin vermediler. Onlar İran’ın açık kapıları üzerinde hesaplar yaparken, Rusya ve Çin dostluğuna güvenerek, yaşanan bunca tecrübeye rağmen fazlasıyla açık kapı araladığının farkında değil. Yumuşama, antlaşma çağrıları çerçevesinde yaptıkları bütün girişimlerin veya uzlaşma için herhangi bir karar almaları, bekledikleri anın gelmesi için uygulamaya koydukları içi hava dolu bir oyalanma balonu olduğu yaşadığımız bunca tecrübelerle anlaşılmış olmalıdır sanırım. Ortadoğu projesi devam ediyorsa, İsrail’in düne nazaran bugün siyasi açıdan eli daha güçlüdür. Güvenlik açısından da İran için hava ve kara kuvvetlerinden özel birimler, MOSAD ve bunlara uşaklık yapanlarla ciddi bir güvenlik çemberi oluşturmuşlar.
Amerika’da çok ciddi bir lobileri var ve herhangi bir konuda İsrail’in iradesinin dışında bir karar almaları imkansız gibidir. İstedikleri zaman ülkenin en gizli belgelerini çalabiliyorlar ve en merkezi noktalarını havaya uçurabilecekleri bombaları yerleştirebiliyorlar. Yönetim toplumdan tamamen kopmuş, yanlış dış politikalardan dolayı itibar kaybına uğramış ve ülkenin bütün zenginlikleri, insan potansiyeli hayali maceralar yolunda heder edilmiştir. İsrail'de 12 yıldır başbakan olan Binyamin Netanyahu İran konusunda şöyle diyordu: “yarının bugünden iyi olacağına asla güvenmeyin.”
Yani zaruret duyulması halinde her an her şey değişebilir.
Amerika Başkanı seçilen Joe Biden hükümetinin ömrü daha üç ayı doldurmadan, ABD Savunma Bakanı iki ya da üç kez İsrail’e gidip görüşmelerde bulunması çok şey anlatıyor aslında. Amerika Savunma Bakanı defalarca kalkıp İsrail’e gidiyor! Kürtleri, “ikinci İsrail” olmakla suçluyordunuz ya, haydi buyrun İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un gelişini bayram havasında kutlayın bakalım!
Sonuç olarak şu anda üzerinde planlar yapılan üç bölge var; Ukrayna, Tayvan ve İran. Bir nokta var ki, o nokta geri dönüşü mümkün olmayan süreçtir ve o zaman geldiğinde şu an Ukrayna’da tecrübe ile yaşadığımız gibi sahada olan bütün unsurlar, dünyadan toplanan savaşçılar ve hatta halk güçleri geriye dönüşe veya olanları durdurmaya muvaffak olamazlar. Tehlike yakın değil, bizzat sürecin içindeyiz. Şu anda havaya uçmuş durumdayız, yere düşmedikçe de başımıza neler geldiğini anlama fırsatımız olmayacak...
Bir inanca, tarihi müktesebata, felsefeye sahip insanlar olarak hiçbir zaman olayın tamamen bittiğini ve herkesin teslimiyet içerisinde kendi işine bakmasını söyleyemeyiz, ancak çoğunluğun bu zillete teslim olduğu bir süreçte bizim sözümüzün hiçbir anlamı olmuyor. Teslimiyet, bu dünyayı yanlış okuyanların ve herhangi bir dünya görüşü, felsefesi olmayanların bakış açısıdır. Teslimiyeti esas alanlar insan gücünden, toplumun kudretinden, uluslararası toplulukların varlığından haberdar değiller, toplum sosyolojisini doğru mütalaa etmiyorlar, ya düşünme yetilerini, ümitlerini yitirmişler, tükenmişler ya da artık zamanın çok geç olduğunu düşünüyorlar...
Böyle düşünenler artık her şeyin bittiğini düşünerek ve daha önce ağızlarından düşürmedikleri salvolarını, racon kesmelerini pragmatist endişe için maske yaptıklarının bilinciyle dünyada günlerini gün etme peşindeler. Biz inançlı insanlarız. Biz eğer ölü mezara bile konulmuşsa, onu kurtarmanın bir ihtimali, çaresi olabileceğini düşünecek kadar sağlam iradeye sahibiz. Her zaman ve her zaman çarenin tamamen tükendiği yerde de bir ümit vardır.
Her zaman bir çözüm ihtimali olacaktır. Eğer dikkat edilirse çözüm yolu için bir çare olabilir. Ancak, “Sorunu doğuran zihin, o sorunun çözümünü üretemez!” Önce mantık ve şu anda toplumun teslim alındığı statüko zihniyeti değişmelidir. Dünya ve bölge durumu, mıntıkadaki İsrail global süper gücü menfaatleri doğrultusunda özel güçlerini hazırlıyor, herhangi bir antlaşma ve normalleşme olmaz veya bunların olması durumunda yarım yamalak bir şey olursa İran üzerinde büyük bir operasyon düzenleme ve kendileri için tehlike gördükleri merkezleri havaya uçurma hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Türkiye, bütün bu planların bir parçası…
İsrail’e “her türlü işbirliğine hazırız!” demek bu politikaların hangi boyutta yürütüldüğünü göstermeye yetiyor. Kuşatma giderek daralıyor, eğer dünyayı doğru okumazsak son pişmanlık fayda vermeyecektir.